AB’nin Enerji Bağımlılığı: Türkiye - Rusya - AB İlişkileri

Abone Ol

AB kurulduğundan bu yana ne kadar çeşitlendirirse çeşitlendirsin ürettiğinden daha çok dogal gaza ihtiyaç duymakta ve petrolü OPEC ülkeleri ve Rusya’dan; gazı ise Rusya, Norveç ve Cezayir’den satın almaktadır. Rusya tek başına AB genelinde tüketilen doğal gazın yaklaşık dörtte birini doğrudan sağlamaktadır. Üstelik Baltık üçlüsü olarak bilinen Estonya, Letonya ve Litvanya ile birlikte Finlandiya, Bulgaristan ve Macaristan’ın doğal gaz ihtiyacının yaklaşık tamamını Rusya karşılamaktadır.

AB’nin petrol ve dogal gaz ithalatında Rusya’nın payı oldukça büyüktür. Bu durumu rakamlarla ifade etmeye çalışırsak ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır. AB’de gaz, enerji tüketiminin %24’üne ve elektrik üretimi için kullanılan ana enerjinin %20’sine denk gelmektedir. 2030 yılı itibariyle gazda ithalata bağımlılığının %84’e, petrolde bağımlılığının ise %93’e çıkacağı öngörülmektedir. Avrupa’da gazın piyasa payının artması beklenmektedir.

2030 yılında Avrupa’nın gaz ithalatının neredeyse %80’e varacağı tahmin edilmekte ve tüm ithalatın %85’inin Rusya’dan olacağı düşünülmektedir. Uluslararası ilişkiler bakımından oldukça dezavantajlı bir durumu olan tek bir ithalat kayna ğına muhtaç olunması karşısında AB, bu durumdan kurtulmak için çeşitli enerji politikaları izlemektedir. Özellikle muhtaç olunan ülkenin Rusya gibi enerji kaynaklarını politik amaçları uğruna kullanmaktan çekinmeyen bir ülke olduğunda AB, kendi bünyesine hiç uygun olmayan bir biçimde çabuk ve telaşlı adımlar atmaktadır.


 

AB’nin enerjide Rusya’ya önemli derecede bağımlı olması, Birliği yeni ve alternatif enerji kaynakları ve güzergâhları aramaya zorlamaktadır. AB’nin Rusya ile kurduğu ekonomik ilişkilerin, son dönemde başta doğal gaz kesintileri ve Doğu Avrupa ülkeleriyle yaşanan sorunlar nedeniyle gerginleşmesi üzerine bu durumun siyasi ilişkilerine de yansıması sonucu Birliğin enerji güvenliğini tehlikeye atmakla birlikte yeni enerji güzergâhları arayışı içinde olmasına neden olmaktadır. Bu kapsamda, Doğu Akdeniz’de son yıllarda yapılan doğal gaz keşiflerinin, Avrupa Birliğinin ihtiyacını karşılamakla birlikte Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölgede dengeleri değiştirebilecek bir potansiyele sahip olabileceği düşünülmektedir.

AB’nin Rusya’ya bağımlılık konusunun üstesinden gelmek istemesinin temelde iki sebebi vardır. Öncelikli sebep Rusya’nın enerji kaynaklarını politika amaçları için kullanmaktan çekinmemesidir. AB, bu durumu bizzat tecrübe ederek yaşamıştır.

AB’nin en büyük endişe kaynağı olan Rusya’nın bu politikasını biraz daha ayrıntılı incelemem gerekecektir. Rusya, doğal gaz satışından kendisine politik bir üstünlük kurmak için ilk olarak fiyatları düşük tutarak ticaret yaptığı ülkeleri kendisine bağlamaktadır. Daha sonraki zamanlarda siyasi vaziyet kendi istediği gibi olmadığında, fiyat artışları ya da teknik arıza gibi bahanelerle gaz akışını kesmektedir. Bu konuya en uygun örnek, şimdilerde de pek çok      sorunlarının olduğu Ukrayna olmuştur.

AB’nin Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmak istemesindeki bir diğer önemli sebep iseher ne kadar yakın zamanda pek ortak hareket edemeseler de çoğunlukla aynı cephede bulundukları ABD’nin tavrıdır.

AB, Doğu Akdeniz’de Türkiye ile iş birliğinden kaçınma çabası içine girerek Rusya karşısındaki pozisyonunu da zayıflatmaktadır. Çünkü Doğu Akdeniz’deTürkiye’yi yok sayacak politikalar izlemesi AB açısından bölgedeki enerji kaynaklarının Avrupa’ya transferini geciktirmekte ve buna bağlı olarak enerjide Rusya’ya olan bağımlılığının devam etmesine neden olmaktadır.

AB’nin bölgedeki bir diğer önemli ortağı da İsrail’dir. İsrail verdiği demeçlerde Avrupa’yı dogal gaz bakımından Rusya’ya olan bağımlılıktan kurtaracaklarını belirtmiştir.

Leviathan, Kariş, Tanin ve Tamar bölgelerinde tespit edilen doğalgaz rezervlerinin kısa vadede iç tüketimi karşılaması, daha sonra orta vadede bölge ülkelerine ve uzun vadede Avrupa ülkelerine ihraç edilmesi İsrail açısından önemli bir hedef olarak görülmektedir.

İsrail tarafının yaptığı bu açıklamalara karşın; İsrail, Mısır ve GKRY’nin doğalgazsahalarından çıkarılan rezerv miktarı, AB için yeterli değildir. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi, Doğu Akdeniz’de tahmini olarak 17 trilyon metreküp gaz olduğunu açıklasa da, bu rezervlerin çıkarılmasının zorluğu nedeniyle günümüzde İsrail’de bulunan Leviathan sahasından çıkarılan gazın miktarı kesin olarak 1,2 trilyon metreküp olarak hesaplanmıştır.

Rusya Federasyonu’nun kanıtlanmış 44 trilyon metreküp doğalgaz ve 90 milyar varil petrol rezervi olduğu düşünüldüğünde; AB’nin petrol ve doğalgaz bağımlılığı Doğu Akdeniz havzasıyla bitmeyecektir. Ancak kaynak çeşitliliği açısından önemli bir faktör olmaktadır.

Durum böyleyken AB’nin burada çıkan gaza çok önem vermesinin altında yatan en önemli sebeplerden biri Doğu Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığının önüne geçmektir. Batı Avrupa çeşitli kaynaklardan kendisine enerji sağlayabilse de Doğu Avrupa için Azerbaycan dışında en önemli tedarikçi Rusya durumundadır.

Bu duruma karşıçözüm üretmek için AB; Doğu Akdeniz’de GKRY’nin önemini arttırmak, Türkiye’nin Avrupa’ya sevk edilen bir boru hattına daha sahip olmasını engellemek ve Yunanistan -GKRY ve İsrail dolayısıyla da AB-İsrail işbirliğini kuvvetlendirmek için ortaya “Doğu Akdeniz Doğalgaz Botu Hattı Projesi”atılmıştır.

2025 yılına kadar İsrail kıyılarındaki doğalgazın GKRY ve Yunanistan üzerinden ABülkelerine ulaştırılması planlanmakta ve böylece üye ülkelerin Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarını azaltılması amaçlanmaktaydı fakat ABD'nin ekonomik ve siyasi maliyetleri oldukça pahalıya gelecek olan Doğu Akdeniz Doğal gaz Boru Hattı Projesine desteğini çekmesinin ardından İsrail ve Yunanistan'a 18 Ocak 2022'de bildirdi.

Görüldüğü üzere mali olarak oldukça pahalıya gelse bile Türkiye’yi ve KKTC’yi saf dışı bırakacak pek çok girişim bulunmaktadır. Fakat mevcut teknolojik imkanlar ve gaz rezervlerinin yapılacak yatırımın karşılığı verecek derecede önemli olmaması bu girişimlerin önündeki başlıca engellerdendir. Bir diğer önemli engel ise şüphesiz Türkiye’nin kendi ve KKTC'nin hakkını savunmaktaki kararlılığıdır.

Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve özellikle GKRY’nin inisiyatifinde ortaya çıkan gelişmeler, her iki devletin başta Türkiye ve Mısır olmak üzere bölgede adaları bulunmayan diğer sahildar ülkeler aleyhine kıta sahanlıklarını ve böylece MEB sahalarını genişletme çabası içerisinde olduklarını göstermektedir. Özellikle her iki ülke Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de Antalya Körfezi açıklarında dar bir deniz alanına sıkıştıracak politikaları izle mektedir.

Burada Türkiye’nin en çok dikkat etmesi gereken noktalardan biri GKRY’ninfaaliyetleridir. Şimdiye kadar görüldüğü üzere Yunanistan, Türkiye’nin dikkatini başkaalanlara çekecek ve uluslararası ortamda zora sokacak adımlar atarken GKRY, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC  aleyhinde oluşturulan ittifakların gerçekleşmesi için çalışmaktadır .Yunanistan-Türkiye arasındaki problemler tıkanma noktasına gelm esi, Yunanistan ve GKRY’nin lehine bir durum olmakta ve mevcut sorunları çözümü yerine daha çok sorun yaratarak bu süreci daha da uzatmaya çalışmaktadırlar.

Şüphesiz bu noktada Yunanistan’ın elini güçlendiren en büyük koz da AB üyesi olması pek çok yerde güçlü diasporaya ve kamuoyu oluşturmaya yönelik geçmişten gelen birtecrübeye sahip olmasıdır. Türkiye’nin sorun yaşadığı en ufak olaylarda bile karşı tarafı tutmakta ve meselelerin büyümesine sebep olmaktadır.

Son zamanlar da görüldüğü gibiTürkiye’ye AB tarafından yaptırım uygulanmasını destekleyen ülkelerin başında gelmektedir. Yunanistan’ın sürekli problemler çıkarmasındaki asıl amaç ise özellikle AB kamuoyuna, birlik üyesi bir ülkeyle anlaşmak istemeyen bir Türkiye imajı çizmek içindir.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de İzlediği Politikalar

Cari açığın en büyük kalemini oluşturan enerji kaynakları, aynı zamanda Türkiye’nin dış politika yapım sürecini olumsuz şekilde etkilemektedir. Adadaki mevcut siyasi bölünmenedeniyle KKTC’nin dışlandığı ve pay alamadığı yeni enerji kaynakları Türkiye’nin ulusalgüvenliği açısından da tehlikeli ittifak girişimlerine neden olmaktadır.

Bu noktada Türk dış politikasının ana hedefi kendisine karşı kurulan bu ittifak bozmak ve bu ittifaklara karşı hamleler geliştirmektir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasında kurtulması gereken temel nokta yalnızlıktır. Bölgedeki ülkeler birbirleriyle farklı kombinasyonlarda ittifaklara girmişken Türkiye, KKTC ve kısmen de olsa Libya’daki UMH ile işbirliği yapabilmektedir. Türkiye’nin bu noktada yanına küresel bir gücü çekmesi zordur. Çünkü bu güçleri yanına çekmenin yegâne koşulu; Mısır, İsrail, GKRY ve Suriye örneklerinde görüldüğü gibi bölgedeki ekonomik ve siyasi bağımsızlığından imtiyaz vermektir. Ayrıca MEB paylaşımının nasıl olması gerektiğine dair Türkiye aleyhine olan bu “anlayış birliği”, AB ve ABD tarafından da desteklediği de unutulmamalıdır.

Bunun yanında Türkiye’nin bölgedeki aktörlerle iletişimini kuvvetlendirmesi gerekmektedir. Dış politika iç politikaya malzeme edilmemeli ve dış politikada ideolojik olarak hareket etmemelidir. Türkiye dış politikada ilkeli duruş sergilemek istemektedir. Fakatülke çıkarları için daha farklı davranmak gerektiği vakit bu ilkelerin terkedilmesi ve diplomasioyununu bütün taraflar gibi oynamayı kabul etmelidir. Bu süreç içerisinde pek çok farklı gücün kendi çıkarları gereğince ilke veya kural tanımadan hareket ettiği görülmüştür.

Fakat özellikle Rusya ile sürdürülen diplomasinin benzeri bölge ülkeleriyle de uygulanabilme ihtimali vardır. Zira Rusya ile Karadeniz özelinde sıkı bir ilişkiye sahipken Doğu Akdeniz’de ise pek çok konuda görüş farklılığı bulunmaktadır. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle olan budurumu en çok Türkiye aleyhine ittifaklar kurup Türkiye’yi bölgede yalnızlaştırıp kendi paylarını arttırmak isteyen Yunanistan ve GKRY’nin işine yaramaktadır. Zira bu iki devletin şimdilik Doğu Akdeniz için kurdukları bu ittifakları ileride Türkiye’nin aleyhine olan pek çokkonuda da kullanmaları pekâlâ mümkündür.

Türkiye’nin izlediği siyasetteki temel sorun haklı olduğunu ve uzlaşmaz tarafın Yunanistan ve GKRY olduğunu kamuoyuna aktaramamasıdır. Türkiye ne kadar haklı da olsa bunu dünya kamuoyuna planlı ve faal bir biçimde duyuramadıkça haklılığının kıymeti azalmaktadır. Zira bölgedeki rakipleri Türkiye’ye göre dünya kamuoyuyla irtibata geçmede daha başarılı durumdalardır. Türkiye bu yönde faaliyetlerini arttırdıkça kendisine karşı oluşan olumsuz yargıları kırabilecektir.

Türkiye, Doğu Akdeniz’de çıkarılacak gazın eşit şekilde paylaştırılması, çıkarıldıktan sonra çeşitli bölgelere dağıtılması konusunda etkin rol oynamak istemektedir. AB bölgesine kendi üzerinden sevk edilmesini talep eden Türkiye, bunun için Doğu Akdeniz’de keşfettiği zengin doğalgaz kaynaklarını satmak için çalışma yapan İsrail’den gelecek olan gazın,Türkiye üzerinden Avrupa’ya satışını istemektedir. Burada bahsedilen gazın hacmi 16 milyar metreküptür. Bu hacim yaklaşık olarak TANAP projesindeki Azerbaycan gazına eşit miktara karşılık gelmektedir.

Türkiye’nin faaliyetlerine karşı küresel güçler de harekete geçmişlerdir. ABD Senatosu tarafından Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de arama ve sondaj faaliyetleri kapsamında bölgeye sondaj gemisi göndermesi karşısında 26 Haziran 2019’da “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı Tasarısı” onaylanmıştır. Tasarı ile ABD, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında hidro karbon iş birliğini koordine etmek üzere “ABD-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi” kuruldu. Doğu Akdeniz Enerji Merkezi, Doğu Akdeniz’de zayıflayan gücünü artırmaya çalışmaktadır. Ayrıca ABD, Doğu Akdeniz’de oluşan Türkiye karşıtı bloğa Cezayir, Mısır, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus’u da dâhil ederek bloğu genişletmeye ve kendi hedeflerine uygun bir savunma ittifakına dönüştürmeyi istemektedir.

Türkiye’nin karşısında bulunan ittifaka karşı yaptığı en büyük hamle Libya’daki meşru UMH ile yaptığı “Deniz Yetki Alanı Anlaşması” olmuştur. Bu anlaşmanın Türkiye’ye olan en büyük katkısı sondaj faaliyetlerini meşru kılabilmek için elinde hukuka dayalı bir belge bulundurmasıdır. BM tarafından da tanınmış olan bu anlaşma ile EastMed Projesi’nin gerçekleşmesi hukuki açıdan da bitmiştir. Bu anlaşma Yunanistan’ın elindeki en büyük koz olan Türkiye’nin hukuka aykırı sondaj yaptığı tezini de çürütmüştür. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı olan ülkeyi yok sayarak hareket etmeye çalışan Yunanistan’ın bu anlaşmaya tepkisinin kendi adalarının yok sayıldığı şeklinde olması daoldukça ilgi çekicidir.

Devasa bir hidro karbon rezervinin var olduğu Doğu Akdeniz’de sular her geçen gün biraz daha ısınmaya ve küresel güçler de daha sağlam bir biçimde bölgeye yerleşmeye çalışmaya devam etmektedir. Bu güçlerin başında gelen AB’de enerji rezervlerinin ilk keşfedilmesinden itibaren bölgedeki pozisyonunu güçlendirmeye çalışmış; Kıbrıs Sorununun çözümü ile ilgili verdiği sözleri ve kendi mevduatındaki kuralları göz ardı ederek GKRY’yi bünyesine katmış ve bölgeye yerleşmiştir. AB’nin buradaki hedeflerini değerlendirmek gerekirse iki ana hedefi olduğu görülebilmektedir. İlk amacı Rusya’ya olan enerji bağımlılığına karşı alternatif oluşturmaktır.Bunu gerçekleştirmek istemesindeki ana sebep ise özellikle Doğu Avrupa ülkelerini Rusya’ya bağımlılıktan kurtarmaktır. Rusya’ya karşı enerjide ne kadar fazla alternatife sahip olursa o kadar bağımsız bir politika takip edebileceklerdir.

Türkiye’nin kendilerine karşı ters gördükleri en ufak hareketinde bile tepkiyi geciktirmeyen AB, Rusya söz konusu olduğunda sessizliğe gömülmekte veya cılız sesler çıkarmaktadır. Rusya’nın her an gazı kesebilme tedirginliği ile hareket etmek, şüphesiz AB gibi dünya ekonomisinde önemli pay sahibi olan bir birliği oldukça zayıf düşürmektedir. Özellikle bu sebepten dolayı aceleci davranmaktadırlar. Üyelik kriterlerini tamamlamasını beklemeden sırf enerji kaynaklarına yakın stratejik bölgedeki ülkeleri veya GKRY gibi oluşumları bünyelerine katmışlardır. AB’nin diğer bir ana hedefi ise bölgesel bir güç olma siyaseti izleyen Türkiye’nin önünü kesmek ve bölgedeki önemini azaltmaktır.

AB’nin bu davranışının temelinden belki de başına ikinci bir Rusya istememesinden olabilir. Hâlihazırda Türkiye üzerinden geçen petrol ve gaz hatlarına yenileri eklenecek olursa Türkiye’nin bu alanda merkez bir ülke olmasına ve AB için önemini daha da artmasına neden olacaktır. Böylelikle de Türkiye, AB için vazgeçilemez bir ülke olacaktır.

Bu gibi sebeplerden dolayı Türkiye’ye karşı bölgedeki iki üyesi olan Yunanistan ve GKRY'nin faaliyetlerini desteklemektedir. Yunanistan, Türkiye ile suni veya hakiki olarak yaşadığı sorunları Türkiye ile vis-a-vis şekilde çözmek yerine, Türkiye dışında AB üyesi veya üye olmayan pek çok ülkeyle irtibata geçerek bir blok halinde hareket etmektedir.

Yaşanılan sorunları dünya kamuoyuna aktarırken de kendi bakış açısı katmayı ihmal etmemektedir. Sorunun uluslararası bir hal alması çözümsüzlüğün daha da derinleşmesine neden olmaktadır. Bu anlaşmazlıkların çoğunda hukuken zayıf taraf olduklarından dolayı de facto şekliyle devam etmesi kendi lehlerine olduğundan anlaşmazlıkların çözümsüz kalmasına yönelik hamleler yapmaktadırlar.

Yunanistan ve GKRY, Doğu Akdeniz’de kendisinin işine yarayacak çeşitli ittifakları Türkiye’ye sezdirmeden oluşturmaya çalışmaktadır. Bunu tek başına yapamaz Fakat arkasında AB’nin gücü bulunmaktadır. Dolayısıyla AB genelde bu iki üyesinin üzerinden bölgede sözsahibi olmaktadır. Bu iki üyenin özellikle Türkiye’ye karşı çözemediği durumlarda ise olaya bizzat müdahale etmektedir.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de izlediği politikada bölge ülkeleriyle olan ilişkilerinde değiştirmesi gereken tavırlarının da olduğu açıktır. Türkiye bölgedeki diğer ülkelerle diyalog kapısını kapatmaktansa açmak için hamleler yapmalıdır. Türkiye ile bölgedeki diğer ülkelerin ilişkileri ne kadar donuk bir vaziyette seyrederse bu durum Türkiye’nin karşısında kendini konumlandırmış olan Yunanistan-GKRY tarafının işine yaramaktadır.