Teknolojinin bizi getirdiği yerde, artık uzun cümleler kurmak ya demode ya da işlevsiz hale geldi. 140 karakter ile derdini anlatmak, bir paragrafla dünya meselelerine çare üretilmesi bekleniyor.
Düşünmek, üniversite ödevlerine mahsus bir görev olarak kabul ediliyor.
Düşünmeden davranmak insana özgü bir davranış elbette. Genlerimize işleyen bazı davranış kalıpları ile hareket edip, o davranışları da sonra meşrulaştırmak için bir başka tepkisel davranışa sürükleniyoruz.
Yazmak 20. yy’daki işlevi olan yani “düşünmek” yerine, “davranmak” olarak algılanıyor artık.
Sol literatürde Alman idealizminden miras bu ikiliğin ya da bu diyalektik çiftin birbiri ile çatışması sonunda “praxis” diye bir kavramın ortaya atılması ile çözüme ulaştırılmaya çalışıldı. Pratik ve teoriğin birleştirilmesi ya da teorinin pratik olarak müşahede edilmesi. Teoriye, pratikmiş gibi bakmak ya da en yalın biçimiyle Marx’ın “Felsefe artık dünyayı değiştirme aracıdır” tespiti veya amacında olduğu gibi.
Yazmak bu açıdan giderek zorlaşıyor. Daha az kişi yazabiliyor. Kelime haznemiz daralıyor, dilin sembolik göndermeleri veya göstergeleri “liberal polisler”ce baskı altına alınıp, fakirleştiriliyor. Çağrışım ve benzeşmelerden beslenen düşünce aynaları giderek masallardaki aynalar gibi kendi kendimize dönüyor.
Düşünsenize artık fotoğraf bile selfie denilen hastalıkla, çoğu zaman nesneler ve olayların fotoğrafçının gözünden yansıması değil, kafamıza dayadığımız bir ışın silahı.
Tekrar bir yazı serüvenine başlamak, bütün bu meselelerden dolayı, korku verici bir kendini tekrar şüphesine dönüşebiliyor.
Bu serüveni belki de daha ilginç bir hale getirmek için geniş sulara açılmak gerekecek. Etrafımızda hızla dönen dünyada tüm değerler, kurallar, alışkanlıklar değişirken bütün bu değişime kayıtsız kalmadan, olana bitene durup bakabilmek ne mümkün…
Dünya artık bir bisikletin üzerinde ilerliyor ve durduğu anda düşecek olan bu bisikletin sahipleri ile üzerindekiler birbirleri ile konuşmuyor. En başta söylediğim gibi artık “düşünme” değil “davranma” çağındayız. Söylediğiniz, yaptığınızın kendisi haline geldi. Fakir bir Türkçe ile “algı” çağındayız. Olgular ile algıların arasındaki fiziki bariyer aşılarak ideolojik bir membrandan süzülerek birbirinin içine karışıyor. O yüzden anlamak ve anlamlandırmak dinamik bir metamorfoz. Çok daha güç, çok daha bulanık, şekli ve biçimi çok daha belirsiz...
Okuyucuya güvenen biri olarak, “okuyucu anlamaz” safsatasına hiç sığınmadan, kolay formüllere düşmeden, sonuçlara değil sebeplere odaklanarak hep birlikte dünyamızı, ülkemizi, coğrafyamızı, kültürümüzü ve bisikleti incelemeye çalışacağız.
Yeniden bir yazma serüvenine başlarken en büyük motivasyonum da bir yerde bu tarihi günlere tanıklık edebilme şansını kaçırmamak olacak. 21. yy’ın ikinci çeyreğine yaklaşırken, ülkemizin ve dünyanın kapısına dayanmış yeni hayaletleri anlamaya çalışacağız.
Bundan böyle belli aralıklarla bu sayfadan sohbet etmeye başlıyoruz. Gündelik siyasetin kapısını elbette çalacağız ama içeriye girmek gibi bir niyetim de yok. Görünmeyen bir savaşın giderek berraklaştığı televizyon ekranlarımızdan, internet sayfalarından gördüklerimizi, öğrendiklerimizi, kafamıza takılanları konuşacağız.
Hareket etmediği anda düşecek olan bu bisiklet yokuş aşağı son sürat inerken, bakalım üzerinde kalmayı başarabilecek miyiz?
Herkesi beklerim.