Doğu Akdeniz bölgesinde dört temel petrol ve gaz sahasından söz etmek mümkündür. Bunlar; Kıbrıs Adası’nın güneyindeki Afrodit sahası, Kıbrıs Adası ile İsrail arasında bulunan Leviathan sahası, Mısır’ın kuzeyinde yer alan Nil sahası ve Kıbrıs Adası ile Girit Adası’nın güneydoğusunda kalan Heredot sahasıdır.
Bir doğalgaz kaynağının işletilmesi ve yatırım yapılması için temel koşul tüketim pazarına olan mesafesidir. Bu durum maliyetleri azaltmakta ve ekonomik değerlendirmeleri de olumluya çevirmektedir. Aynı zamanda nakil bölgelerinin güvenliği de bir başka sorundur. Bu durumda bölgesel istikrarsızlık gibi sorunlarda enerji kaynaklarına ulaşımı etkilemekte ve projelerin nihayete ermesi sürecini uzatmaktadır.
Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon rezervlerinin ön plana çıkmasında en önemli dönüm noktası ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin yayınladığı rapor neticesinde gerçekleşmiştir. Raporun bulguları sonucunda ise bölgedeki potansiyeli ekonomik katma değere dönüştürebilmek gerek bölge içi gerek bölge dışı ülkelerin öncelikli amaçlarından biri haline gelmiştir. Bu nedenle bölgede ortaya çıkan ciddi enerji potansiyeli devletlerin buraya yönelik dikkatlerini çekmiştir. Bunun sonucunda da bu bölgeye yönelik farklı planların farklı devletlerce uygulamaya konulduğu görülmektedir.
Doğu Akdeniz konusunda bölgesel rekabetin giderek artarak devam edeceği aşikârdır. Buna karşın adil ve çözüm odaklı geliştirilecek siyasetin iş birliklerini de destekleyeceği düşünüldüğünde daha kazançlı sonuçlara yol açacağı görülmektedir. Bununla birlikte Türkiye’yi denklem dışında bırakmak isteyen devletlerin veya ittifakların da var olduğu görülmektedir. Buna karşın, yukarıda da bahsi geçtiği gibi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz meselesini stratejik bir önemde görmesi için birçok neden bulunmaktadır. Başlıca olarak bunun için münhasır ekonomik bölgenin korunması, enerji kaynaklarına ulaşım, enerji kaynaklarının güvenliği, enerji kaynaklı cari açığı azaltabilecek potansiyelin bulunması gibi nedenler sıralanabilmektedir.
Yaşanan rekabet ve pay alma süreci halen devam etmekte olup bu kapsamda menfaatlerin korunması öncelikli hedefe haline gelmiştir. Yapılan projeksiyonlara göre doğalgaz tüketimimin önümüzdeki yıllarda artacağı öngörülmektedir. Buna göre iklim değişikliğine bağlı alınan kararların niteliği değişse de doğalgazdan elektrik üretimine olan talebin artacağı hesaplanmıştır.
Doğu Akdeniz bölgesinde enerji potansiyeli bakımından öne çıkan dört enerji sahası ülkelerin politikalarında önemli bir karar verici etken rolü üstlenmektedir. Bu kaynakların varlığı bölge ülkeleri açısından hem çatışma olasılığını doğururken hem de istikrar ve dayanışma ruhunun ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
Özellikle Türkiye ile birçok konuda problem yaşayan Yunanistan ve yakın partneri GKRY’nin girişimleri ve ikili temasları sayesinde Mısır ve İsrail ile olan ilişkilerini ilerlettikleri görülmektedir. Bu durumun gerçekleşmesine iki ülkenin de Türkiye ile olan ilişkisinin kötü bir seyir izlemesi de etkili olmuştur. Türkiye’nin yaptığı girişimler ise ilk etapta KKTC ile varılan anlaşmadır.
Daha yakın zamanda yapılan bir diğer anlaşma ise Libya ile imzalanan anlaşma olmuştur. Bunun gerçekleşmesi hukuki anlamda da Türkiye’nin elini rahatlatmıştır. Son durumda Doğu Akdeniz sorununda iki bloklu bir yapıdan söz etmek mümkündür. Bunlardan ilki Türkiye’nin öncülüğünde oluşan Türkiye-KKTC ve Libya bloğu olarak görülürken diğeri de Yunanistan-GKRY- Mısır ve İsrail’dir.
Buna karşın oluşan blokların ne kadar süre bu şekilde devam edebileceği ve dayanışma gösterebilecekleri konusu belirsizdir. Özellikle Doğu Akdeniz gazının Türkiye olmadan çıkarılma durumunda artan maliyetleri ve finansman zorlukları bu blokta çatlama yaratabilme potansiyeline sahiptir.
Aynı zamanda Türkiye’nin bölgede adil ve herkesin kazanacağı bir anlaşma öneriyor olması da önem taşımaktadır. İsrail ve Mısır ile ilişkilerin düzelme sürecine girmesinin Doğu Akdeniz’deki soruna da olumlu bir etki yapacağı düşünülmektedir. Bu durumda daha kazançlı ve efektif çözümlere ulaşmak da mümkün bir hale gelecektir.
Doğal gaz keşiflerinin ardından yaşanan önemli tartışma konularından birisini de enerjinin iletimi konusudur. Bu sorun Doğu Akdeniz meselesinde en zorlayıcı problem başlıklarından birisidir. Bölge ülkelerinin Türkiye’ye karşı olan dışlayıcı tutumları olmakla birlikte, Türkiye dışındaki alternatifler maliyetleri arttırmakta, finansmanı zorlaştırmakta ve projeleri daha büyük engellerle karşılaştırmaktadır. Olası bir uzlaşma durumunda çıkarılacak doğalgaz kaynağının BOTAŞ hattına bağlanması veya Ceyhan terminaline yönlendirilmesi gibi yollar Türkiye açısından da diğer bölge ülkeleri açısından da daha tercih edilebilir seçenekler olarak görülebilecektir.
Aynı zamanda Türkiye ve KKTC ile Yunanistan ve GKRY arasındaki anlaşmazlık yaşanan bölgelerde de çalışma yapmak siyasi açıdan sorunlar doğurmakta bu anlamda da ilerlemeler sağlanamamaktadır. Bu durumda Yunanistan’ın agresif bir şekilde Akdeniz’e yayılma ve burada münhasır ekonomik bölgesini kabul ettirme çalışması olası görüşmeleri de tıkamaktadır. Bu kapsamda bölgenin istikrarsızlıktan uzak ve olası çatışma bölgesi görünümü olumsuz bir şekilde bölgeyi etkilemektedir. Bu durumda makul haklar çerçevesinde, Türkiye’nin haklarına da gerekli riayetin gösterilerek sorunun çözümü aslında tüm paydaş devletler için olumlu olabilecek bir gelişmedir.
Türkiye aynı zamanda bulunduğu jeostratejik konumu da kullanarak Orta Asya, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgesinde bulunan petrol ve gaz kaynaklarının taşınmasında köprü rolü üstlenmek istemektedir. Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı ve Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının son yükleme noktası olan bölge Türkiye’nin burayı bir petrol ve gaz terminali yapma isteğinin somut göstergesidir. Bu hedefin gerçekleşmesi Türkiye’yi bir “petrol ve gaz ticaret merkezi" ülke konumuna sokacaktır.
Stratejik bir hedef olarak bunun belirlenmesi petrol ve gaz güvenliği ile o da direkt olarak ulusal güvenlik ile ilişkili olmasından ileri gelmektedir. Türkiye’nin adil şekilde iddia ettiği münhasır ekonomik bölgesinde var olan potansiyelinden yararlanması; gaz ithalatını azaltması, cari açığını düşürmesi, enerjiye ulaşımın kolaylaşması gibi gelişmelere neden olacaktır. Aynı zamanda transit bir ülke olması da koyulan hedefler ile uyumlu olmasının yanında bölgesel iş birliğinin gelişmesi için önemli bir fırsat yaratacaktır.
Doğu Akdeniz konusunda bölgesel rekabetin giderek artarak devam edeceği gözüken bir durum niteliğindedir. Buna karşın adil ve çözüm odaklı geliştirilecek siyasetin iş birliklerini de destekleyeceği düşünüldüğünde daha kazançlı sonuçlara yol açacağı ön görülmektedir. Söz konusu iş birliği potansiyelinin yanı sıra Türkiye’yi denklem dışında bırakmak isteyen devletlerin veya ittifakların da var olduğu görülmektedir.
Bu çaba sürekli olarak bölgenin sıcak ve gergin bir durumda kalmasına neden olmaktadır. Aynı zamanda bu durum bölgesel gerginliklerin tırmanmasına neden olmasının yanında bölgesel potansiyelin de değerlendirilmesini en iyi ihtimalle geciktirecek ve her bölge devletine de zarar verecektir. Türkiye’nin hak ve menfaatlerini korumakla birlikte bölgesel iş birliği ve diyalog yolunu her zaman açık tutması önem taşımaktadır. Bu kapsamda Türkiye’nin verdiği tüm mesajlar hem var olan hakların korunacağını vurgularken hem de adres olarak her zaman diyalog yolunu önemli gördüğünü teyit eder niteliktedir.
Libya anlaşmasının sağladığı yararlar da göz önünde bulundurulduğunda Mısır ve İsrail gibi devletlerle yapılacak olası anlaşmaların iddiaların realizasyonunda önemli stratejik hamleler olabileceği görülmektedir. Sonuç olarak Türkiye’nin bölgesel hak ve menfaatlerinin korunması politikasının agresif ve bölgeyi gerginleştiren bir politika olmadığı da vurgulanmalıdır. Burada asli olan durum haklara riayet gösterilmesi ve adil bir paylaşımın uygulanmasıdır. Bunun gerçekleşmesi bölgede daha uzun ve kalıcı temellere dayanan istikrarlı bir barış ortamına ve iş birliğine yol açacaktır.