Ege Denizi’nin özel durumu
BMHDS aslen okyanuslar temel alınarak hazırlanmış, genel düzenlemeler getiren bir sözleşmedir. Gerçekten de BMHDS’nin karasularının yanı sıra kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, bitişik bölge gibi deniz alanları için öngördüğü çok geniş alan sınırlamalarına bakılırsa bunların açık denizler için tasarlanmış kurallar olduğu görülür.
Bu kuralların Ege Denizi gibi tarihte “Adalar Denizi” olarak bilinen, irili ufaklı yüzlerce adanın anakaraların içine kadar girdiği yarı kapalı denizlerde açık okyanuslardaki gibi uygulanması akla ve hakkaniyete uygun değildir.
Ayrıca karasularının belirlenmesinde tek bir kural ya da sınırlama yerine birbiriyle yarışan ve birbirini tamamlayan pek çok kural ve uygulamanın var olduğu, bunların somut olayın gereklerine göre tatbik edilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
BMHDS 122. Maddesi gereğince Ege yarı kapalı bir deniz kabul edilmektedir.
Bu da 123. Maddede belirtilen yarı kapalı denizlere sahildar devletlerin tek taraflı işlemlerden kaçınıp iş birliği yapması gerekliliğini Yunanistan için bağlayıcı kılmaktadır.
BMHDS 70. Madde çerçevesinde, Ege Denizi özelinde, Türkiye coğrafi açıdan dezavantajlı ülke olarak nitelendirilmelidir.
Jeoloji ve jeofizik açısından Türk anakarasının doğal uzantısı olan ve Türk kıta sahanlığında bulunan pek çok ada ve kayalık siyasi olarak Yunanistan’ın egemenliği altındadır.
Bunlar, Anadolu sahilini kuzeyden güneye çevrelemektedir.
Türk ve Yunan anakaralarının büyüklüğü, iki ülkenin Ege Denizi kıyılarında yaşayan nüfusları, Türk anakarasının Yunan ada ve kayalıklarına oranı gibi etkenler karasularından kıta sahanlığına, münhasır ekonomik bölgeye kadar bütün deniz alanlarının bölünmesinde hakkaniyete uygun, adil bir çözümü zorunlu kılmaktadır.
Nitekim İngiltere ile Fransa arasında Manş Denizinin bölüşülmesine ilişkin yapılan tahkimde, Fransa anakarasına yakın ufak İngiliz adalarının hakkaniyet gereği Fransa anakarasına göre daha az etki doğurması Ege Denizi'nde karasuları sınırının Yunanistan tarafından tek taraflı olarak 6 milden 12 mile genişletilmesi durumu, yukarıda sıralanmış olan Sözleşme hükümlerine aykırı bir durum ortaya çıkardığı gibi, ayrıca Sözleşmenin 300. maddesine de aykırı bir sonuç doğuracaktır.
300. madde hükmüne göre; "Taraf devletler işbu Sözleşme uyarınca üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirmeli ve işbu Sözleşmede tanınan hakları, yetkileri ve serbestileri hakkın kötüye kullanılmasını oluşturmayacak biçimde kullanmalıdırlar."
Türkiye'nin görüşüne göre; Yunanistan'ın, Ege Denizi'nde ulusal karasularını 12 mile genişletmesi, Türkiye'nin bu denizdeki kıta sahanlığı haklarını ortadan kaldıracağı gibi, bu denizden yararlanırken dayanmış olduğu ekonomik, ticari, askeri ve siyasi egemenlik haklarını da sınırlandıracak, bu denizi adeta bir "Yunan Gölü"ne dönüştürecektir, dolayısıyla bu tür bir davranış hakkın kötüye kullanılması olacaktır.
Yunanistan'ın ulusal karasularını 12 mile çıkarmakta kararlı olduğunu ve zamanı geldiğinde bu hakkını kullanacağını dile getirmekte oluşu, Türkiye'nin de bu konudaki kararlı tutumunu sıklıkla dile getirmesine neden olmaktadır.
Türkiye'nin, Yunanistan tarafından alınacak böylesi bir kararı savaş nedeni "casus belli" olarak nitelendirmesi, iki ülkenin de birbirlerini ulusal çıkarları, egemenlik hakları, toprak bütünlükleri açısından potansiyel tehlike ve tehdit kaynağı olarak algılamalarına yol açmaktadır.
Bu bakımdan ele alındığında ise, Yunanistan'ın AB'ye tam üye olmasının sağlamış olduğu avantaj ile Ege'deki karasuları uyuşmazlığını AB'nin dış sınırlarına ilişkin kurallar çerçevesinde değerlendirme çabasında olduğu gözlemlenmektedir.
Karasuları yüzünden çıkabilecek bir sıcak çatışmada Türkiye'nin tepkisini AB'den sağlayacağını düşündüğü destekle karşılama ve çatışmayı AB'nin sınırlarına yönelik gibi gösterme çabası söz konusudur.
Tarafların görüşlerindeki ısrarları, süregiden çatışma ve gerginlik, ülkeler arasında olası bir savaş riskini gündemde tutmaktadır.
Güvensizliğin büyük boyutlarda oluşu, her iki tarafın da silahlanmasına neden olmaktadır.
Giderek iki ülkede de uyuşmazlık konularının kesin olarak çözümlenebilmesi için gereken tek yolun savaş olacağına ilişkin bir genel kanı yerleşmektedir.
Diğer yandan, Türkiye ve Yunanistan arasında çatışma riskinin yoğun olduğu karasularının genişletilmesi sorununda Yunanistan'ın bunu bir ulusal egemenlik hakkı olarak görmesi ve bu hakkın kullanılmasını da zamanı geldiğinde gerçekleştireceğini açıklamış olması Türkiye'nin savaş nedeni sayma kararlılığıyla birlikte ele alındığında, uzlaşmanın kısa sürede gerçekleşebilmesini olanaksızlaştırmaktadır.
Bu bakımdan ele alındığında ise, süreç içerisinde Yunanistan'ın ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletme politikasını uluslararası desteklerle pekiştirmek yönünde çaba göstermiş olduğunu görmekteyiz.
Gerek ABD gerekse AB ile olan ilişkileri çerçevesinde Yunanistan, Ege Denizi'nde ulusal karasularını 12 mile genişletmesi durumunda Türkiye ile girişeceği bir sıcak çatışma sırasında uluslararası destekten yoksun kalmama çabası içerisindedir.
Nitekim, 1976 yılında ABD ve Yunanistan arasında gerçekleştirilen Savunma ve İşbirliği Anlaşması'na ilişkin görüşmeler sırasında Yunanistan Ege Denizi'nde çıkacak bir Türk - Yunan savaşında ABD'nin Yunanistan'a destek vermesini hükme bağlamak istemiştir.
AB'ne tam üye olarak katıldıktan sonra ise, bu çabalarını AB çerçevesinde sürdürmeye çalışmıştır.
Türkiye'nin tam üye olarak içerisinde yer almadığı AB ile olan sınırlar çerçevesinde düşünüldüğünde Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi'ndeki sınırlar aynı zamanda AB'nin dış sınırlarını oluşturmaktadır.
Dolayısıyla, Ege'de karasularının 12 mile genişletilmesi, aynı zamanda AB'in sınırlarının da genişlemesini doğuracaktır.
Ancak, Türkiye'nin bu yöndeki bir uygulamayı savaş nedeni saymakta oluşu, bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda Türkiye ile Yunanistan'ı karşı karşıya getireceği gibi, AB'yi de sıcak bir çatışmanın/bunalımın içerisine sürükleyebilecek niteliktedir.
Ege karasularının 6’dan 12 mile çıkması halinde yaklaşık %40 olan Yunan karasuları %70'lere yükselecek, açık deniz oranı %50'lerden %20'lere düşecektir.
Buna karşılık Türkiye’nin karasularında ciddi bir artış meydana gelmeyecektir.
Daha önemlisi Ege’de Akdeniz ile olan açık deniz bağlantımız kopacak ve ülke güvenliği açısından tehlikeli sonuçlar doğacaktır.
Diğer yandan, karasularının üzerindeki hava sahası da ülke egemenliğine dahil kabul edildiği için Ege’nin büyük bir kısmı Yunan hava sahasına dahil olacak, hâlihazırda devam eden FIR sorunları şiddetlenecektir.
Karasularının artması ihtimalinde Türk kıta sahanlığında bulunan pek çok bölge de zorunlu olarak Yunan hakimiyetine geçecek, mevcut Türk kıta sahanlığının yarısı el değiştirecektir.