KKTC’de BM BARIŞ GÜCÜ MİSYONU VARLIĞI HUKUKSAL DAYANAKTAN YOKSUNDUR

Abone Ol

Kıbrıs, yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam eden, yakın bir gelecekte de çözülebilmesi pek de olanaklı görülmeyen sorunların başında gelmektedir. Peki Kıbrıs sorunu ne zaman oluştu? Sorunu çözmek için gösterilen çabalar gerçekçi ve içten miydi? Mevcut durum kimin veya kimlerin işine gelmektedir?

Kıbrıs sorununun başlangıcından bu yana yapılan girişimler, bilinçli veya bilinçsiz, öylesine kötü inşa edildi ki, bugün Arap saçına dönmüş olan mevcut durumu çözecek bir aktör var mı? Varsa önerilerle bunu çözecek bilinmemektedir!!

Kıbrıs sorunu, kökleri 18’inci yüzyıla dek uzansa da, 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren  görünür duruma gelmeye başlamıştır. Rumların, Kıbrıs’ın Yunanistan ile siyasal birleşmesinin kavramsal karşılığı olan ENOSİS‘i gerçekleştirmek amacıyla 1955 yılı nisan ayının ilk günü başlattıkları saldırıların kısa bir süre sonra toplumlararası çatışmaya dönüşmesi ile sorun Ada dışına taşınmıştır. Ancak ABD, birkaç yıl önce NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ın Adadaki çatışmalardan dolayı savaş konumuna gelmesinden rahatsız olmuş ve Kıbrıs’taki gelişmelere müdahil olmuştur. ABD’nin müdahalesi Kıbrıs’taki çatışma ortamını geçici olarak durdurmuş ve çözüm sürecini başlatacak olan Zürih ve Londra Konferansı’na giden yolu açmıştır.

Zürih ve Londra’da 1959 yılı şubat ayında yapılan görüşmeler sonunda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturacak kurullar kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Bu çalışmalar yaklaşık 1,5 yıl sürdükten sonra 16 Ağustos 1960’ta imzalanan Lefkoşa Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının anayasal organlara ortaklaşa katılımını öngören ve sayıca daha az olan Kıbrıs Türk halkının haklarını koruyan düzenlemeler üzerine kurulmuş ve “Fonksiyonel Federasyo”n olarak kurulmuştur. Ancak Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, daha Lefkoşa Antlaşmasının mürekkebi kurumadan, yürürlükteki anayasal düzenden yakınmaya başlamış, Kıbrıs Türklerine tanınan hakların çok olduğunu sürekli gündeme getirmiş ve Anayasa’daki açık kurallara rağmen Kıbrıs Türklerinin; Lefkoşa içinde, 5 farklı ilçede ayrı belediyeler kurmasını, Kıbrıs ordusunda 40/60, kamuda ise 30/70 oranında görev almasına engel olmuştur. Kıbrıs’ta kurulan düzeni korumak amacıyla çalışan Anayasa Mahkemesi’nin Alman Başkanı, Cumhurbaşkanı Makarios’un anayasaya aykırı söylem ve eylemleri karşısında tepkilerini açıklamış, ancak bunların dikkate alınmadığını görünce istifa etmek zorunda kalmıştır. Batı dünyası ise Kıbrıs’ta olanlara karşı herhangi bir konum almamış, Cumhurbaşkanı Makarios’un hukuka aykırı tutum ve davranışları ile EOKA militanı kimi kişilerin bürokraside görevlendirilmeleri karşısında sessiz kalmış, bir bakıma yakın gelecekte Adada yaşanacaklar karşısında Rumların cesaretini artırmıştır!

Bu durumdan güç alan Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 3,5 yıl sonra 13 maddeden oluşan anayasa değişiklik önerisini 1963 Kasım sonlarında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’e vermiştir. Kıbrıs Türk siyasetçileri daha anayasa değişiklik önerisine verilecek yanıtı görüşürlerken 21 Aralık 1963’te Kanlı Noel olarak tarihe geçen saldırıları başlatmışlardır. Kıbrıs Türk halkını yok etmeyi amaçlayan Akritas Planı doğrultusunda yapılan ve dört gün süren bu saldırılarda yüzlerce Kıbrıs Türk’ü yaşamını yitirmiştir.

Türkiye’nin 25 Aralık 1963 tarihindeki müdahalesi ile saldırılar sona ermiş, yaklaşık 25 bin Kıbrıs Türk’ü güneydeki evlerini terk ederek kuzeye göç etmek zorunda kalmışlardır.

Cumhurbaşkanı Makarios, sonraki günlerde Kıbrıs’taki gelişmeleri ENOSİS doğrultusunda biçimlendirmeye başlamış ve Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Küçük de içinde olmak üzere Kıbrıs Türk Bakan ve Milletvekillerinin Rum kesiminde kalan çalışma ofislerine ve Temsilciler Meclisine gitmelerini engellemiş, Kıbrıs’ta yaşanan olayları anlatmak amacıyla New York’a giden Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf R. Denktaş’ın adaya girişini  Anayasaya aykırı olarak yasaklamıştır. Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, yaşanan bu olayları BM başta olmak üzere İngiltere ve ABD’ye bildirmesine karşın herhangi bir girişim yapılmamış, Makarios’un önderliğinde oluşturulmaya başlanan yeni statüko de facto olarak kabul edilmiş ve Kıbrıs Cumhuriyeti Rumların denetimine bırakılmıştır. Bir bakıma Kıbrıs’taki gelişmeler ABD ve İngiltere’nin istediği gibi olmaya başlamıştır!

Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünü pekiştiren bir başka hata (?) ise BM Barış Gücü‘nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesi sürecinde yaşanmıştır. BM Barış Gücü‘nün bir ülkede görev yapabilmesi için şekil koşularından biri de isteyen ülkenin onayının olmasıdır. Ülkesindeki çatışma ortamını durdurmak amacıyla Barış Gücünün topraklarında görev yapmasını isteyen devletlerin BM’ye başvurmaları gerekmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de süreç böyle işlemiştir. Ancak bir farkla! Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti adına BM’ye yaptığı başvuruda, Ada’da BM Barış Gücü’nün görevlendirilmesini isterken, anayasaya aykırı işlem yapmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası md. 57’ye göre bu vb. uluslararası kuruluşlara yapılacak çağrı, işbirliği gibi başvurularda Cumhurbaşkanı Yardımcısının da onayı gereklidir. Ancak Cumhurbaşkanı Makarios’un başvurusu Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün onayı olmadan BM’ye gönderilmiştir.  Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, bu durumu 2 Nisan 1964’te BM’ye gönderdiği yazıda, Cumhurbaşkanı Makarios’un BM Barış Gücü’nün Ada’da görevlendirilmesi ile ilgili yaptığı başvurunun anayasaya aykırı olduğunu açıkca belirtmiş ve BM Güvenlik Konseyi‘nin Kıbrıs Barış Gücü’nün görevlendirilmesi ile ilgili aldığı 186 Sayılı Karar’ın da şeklen hukuksuz olduğunu vurgulamıştır.

Gerek uluslararası gerek ulusal hukuksal düzenlemelerde kurulan ilk işlem temeldir. Yapılan ilk hukuksal işlem şekil ve/veya esas bakımından yanlış ise; bu hukuksal işleme dayalı sonraki tüm düzenlemeler “hükümsüz” dür. Dolayısıyla, önümüzdeki aylarda görev süresi dolacak olan BM Kıbrıs Barış Gücü’nün durumu bir kez de bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı olan Türkler, BM Barış Gücü’nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesine ilişkin kararda yer almamış ve onaylarına başvurulmamıştır. BM Kıbrıs Barış Gücü’nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesi ile ilgili alınan ilk karar şekil olarak Kıbrıs Anayasası’na aykırıdır.

Halen Mağusa ve Lefke’deki BM Barış Gücü misyonları Kıbrıs Türk halkının rızası alınmadan görevlendirilmişlerdir. Uluslararası alanda tanınmamasına, –Türkiye dışında– karşın, KKTC egemen – eşit bir devlettir ve topraklarında görev yapan BM Kıbrıs Barış Gücü misyonunun varlığına kendi istenci ile karar verebilecek siyasal gücü vardır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı Türklerin rızası olmadan ve Cumhurbaşkan Yrd. Dr. F. Küçük’ün itirazını dikkate almadan görevlendirilen BM Barış Gücü misyonunun Kıbrıs’taki varlığı ile Kıbrıs Türk halkının anayasal haklarını yok sayıp Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olarak Rumları kabul eden (!) BMGK 186 Sayılı Kararı yeniden tartışılmalı ve Kıbrıs Türklerinin siyasal istencini, egemen – eşitliğini görmezden gelen bu yanlıştan dönülmelidir