Doğu Akdeniz’in coğrafi yapısının karmaşıklığı nedeniyle sahildar ülkelerin deniz yetki alanlarının sınırlarının çakışmasına neden olmaktadır.
Bu nedenle, söz konusu bölgedeki sahildar devletler bu bölgede yer alan diğer sahildar devletlerle antlaşma yapmadan Münhasır Ekonomik Bölge'lerini tek taraflı olarak ilan ederek ikili antlaşmalar yapmaktadır.
Doğu Akdeniz’e kıyıdaş devletler hidrokarbon kaynaklarını araştırmak ve işletmek için Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmek amacıyla girişimlerde bulunmaktadır.
Bir kıyı devleti Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) taraf olmadan da Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanı yapabilir.
Türkiye ve KKTC Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) taraf olmamasına rağmen Münhasır Ekonomik Bölge ilan etme hakkına sahiptir.
Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarını belirlemesi, Doğu Akdeniz’deki politikalarını ve uygulamalarını bu sınırlara göre yönlendirmesi açısından da büyük önem arz etmektedir.
Münhasır Ekonomik Bölge ilanıyla bütünleşecek politikalara ihtiyaç var. Belirlenecek yeni politikada iki seçenek masada duruyor;
Birincisi Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC’nin bağımsız devletler olarak ayrı ayrı ilan edecekleri kendi Münhasır Ekonomik Bölgeleri içerisinde hidrokarbon aramalarında bulunmak.
İkincisi ise uluslararası şartların değiştiği dikkate alınarak gelecek yıldan itibaren KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesine odaklanmak suretiyle ilan edilecek yeni Münhasır Ekonomik Bölge'de hidrokarbon aramaları yapmak.
Her iki durumda da deniz alanımızda bulunan potansiyel kaynakların araştırılmasına öncelik verilmeli.
Şimdiye kadar derin denizlerde keşif-arama çalışmalarında pek bulunmadığımız ve denizlerimizi ihmal ettiğimiz bir gerçek.
Bu durum Doğu Akdeniz için daha fazlasıyla geçerli.
Gerek kendi imkanlarımızı geliştirerek gerekse derin denizde arama teknolojisine sahip yabancı şirketlerle ortaklık yoluyla tüm deniz alanlarımızı kapsayacak bir petrol ve doğal gaz arama seferberliği başlatılmalı.
Egemen haklar ve yetkiler
Kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge kıyı devletine doğal kaynaklar üzerinde egemen haklar ve yetkiler vermektedir.
Bu noktada geçerli kural “kara denize hakimdir” prensibidir.
Diğer bir ifadeyle, devletlerin denize sahildar olmaları sebebiyle sahillerine bitişik deniz alanlarında egemen haklara ve yetkilere sahip olmalarıdır.
GKRY’nin KKTC’yi meşru bir siyasi otorite olarak tanımaması, buna karşın GKRY’nin adanın tek söz sahibi olduğuna ilişkin iddiasının KKTC ve Türkiye tarafından reddedilmesi, başta AB olmak üzere diğer ilgili uluslararası aktörlerin KKTC’yi devlet olarak kabul etmeseler bile Kuzey Kıbrıs’taki Türk varlığının haklarını kabul etmelerine rağmen sadece GKRY ile tüm adayı ilgilendiren konularda Kıbrıs Türklerinin haklarını ihlal eden antlaşmalar yapmaları, Doğu Akdeniz deniz alanlarının bölünmesi konusunu salt deniz hukuku sorunu olmaktan çıkarıp, başlı başına ada üzerindeki egemenlik sorununun bir cüzü haline getirmiştir.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 1962 tarihli doğal kaynaklar üzerinde Daimi Egemenlik Kararı’na göre, “doğal kaynaklar o ülkede yaşayan halklara ve milletlere aittir” denilmekte ve devletlerden asla bahsedilmemektedir.
GKRY’nin bu anlamda tek yanlı olarak yasa dışı biçimde ilan ettiği sözde MEB’i ile Kıbrıs Türklerinin haklarını gasp etmesi kesinlikle kabul edilemez.
Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesinin özü;
Rumlar nasıl 1963’de silah zoru ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gasp ederek üniter Rum devletine dönüştürmüşlerse, günümüzde de Kıbrıs Adası’nın etrafındaki Münhasır Ekonomik Bölge alanlarını aynı şekilde gasp ederek bu duruma meşruiyet kazandırabilme meselesidir.
GKRY’nin hukuken tek taraflı olarak Münhasır Ekonomik Bölge ilan etme hakkı yoktur.
Bir yerde birden fazla devlet ve birden fazla halk varsa hele de tartışmalı olan devlet kendi başına tek taraflı olarak Münhasır Ekonomik Bölge ilan edemez.
Eğer Kıbrıs Cumhuriyeti adada tek bir devlet olsaydı o zaman Münhasır Ekonomik Bölge ilan edebilirdi.
Mevcut durum itibarı ile fiili olarak Kıbrıs adasında Türk, Rum ve İngilizlere ait 3 ayrı devlet bulunmaktadır.
Buradaki mesele Kıbrıs Türklerinin (1960) kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden 1963’de silah zoru ile atılması ve söz konusu devletin üniter Rum devletine dönmüş olma meselesidir.
Kıbrıs Cumhuriyeti olarak anılan devlet tek başına Rumlara ait değildir.
AB, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi yok saymakta, Yunanistan ve GKRY'ni bütünleşik bir coğrafi alan olarak kabul etmektedir.
Rumların Doğu Akdeniz'de seçtiği yol, bir çıkmaz sokaktır.
Adanın etrafında tek taraflı olarak herhangi bir doğal gaz kaynaklarını değerlendirme ve geliştirme hakkına hukuken sahip değiller.
Türkiye ve KKTC’nin Enerji Planları Stratejisinin Doğu Akdeniz’e yönelik hedeflerine başarıyla ulaşabilmesinin olmazsa olmaz şartı, Akdeniz’de bütünleşmesi ve "Münhasır Ekonomik Bölge" ilan edilmesidir.
Öncelikle, Batı diye tabir ettiğimiz ülkelerin, AB'nin, Türkiye’yi Akdeniz’den çıkarma planları vardır.
Bu amaçla, Batı ve kukla olarak kullandıkları Yunanistan tarafından Türkiye’ye kabul ettirilmeye çalışılan ve Türkiye’nin diretmekte haklı olduğu Akdeniz münhasır ekonomik deniz sınırları haritalarına bir göz atalım.
Haritalardan görebileceğiniz gibi; Akdeniz’e en fazla kıyısı olan ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin sahip olması gereken münhasır ekonomik alan, traji-komik bir şekilde Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan’a verilmek istenmektedir.
Böylece, Türkiye’nin Akdeniz’de petrol aramacılığı yapması veya bahis edilen Akdeniz’in büyük hidrokarbon yataklarından yararlanmasının ve daha da önemlisi Türkiye’nin Akdeniz’in uluslararası sularını kullanabilmesinin önü kesilmek istenmektedir.
Türkiye de bu konuda işini şansa bırakmayan stratejiler geliştirerek sıcak denizlere inme hayalini bölgenin petrol ve doğalgaz kaynaklarını elinde tutarak gerçekleştirmektedir.