Emekli Büyükelçi, Eski Başmüzakereci Osman Ertuğ, Rum lider Nikos Hristodulidis’i Beyaz Saray’da ağırlayan ABD Başkanı Joe Biden’a açık bir mektupla seslendi.
“Giderayak ABD Başkanı Joe Biden’a açık mektup” başlıklı yazısında Ertuğ, Biden’a bazı sorular yöneltti. “Kıbrıs ihtilafına taraf olan iki halktan birisinin liderini Beyaz Saray’da kabul edip ona övgüler yağdırırken, diğerinin varlığını dahi görmezden gelmenizdeki hakkaniyet nerededir?” diye soran Ertuğ, “Taraflar arasında halen mevcut olmadığı BM tarafından defaatle açıklanmış olan ortak zemin arayışlarının devam ettiği bir aşamada, bir tarafın yetkili veya yetkilileriyle dayanışma içine girip onlarla “stratejik diyaloğu” ilerletmek, artık geçerliliğini yitirmiş tezlerine destek vermek ve uluslararası görünürlüklerini artırmak, bu çabalara zarar vermekte, onları baltalamaktadır” dedi.
Aradan 60 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına karşın halkımız bu kabul edilemez durum ve adaletsizliğin sonuçlarıyla yaşamaya mahkum edilmiş olup en temel insan haklarının ihlali olan izolasyon ve kısıtlamalara tabi tutulmaya devam etmektedir. Size soruyorum; bu hangi hakkaniyet, adalet veya uzlaşı anlayışına uyar?
Ertuğ’un Biden’a yazdığı mektup şöyle:
Sayın Başkan, bu mektup görev döneminizin sona ermesinden önce şahsen size ulaştırılır mı bilmem. Ancak, belki Yüksek Ofisinizden biri veya birileri okur da Kıbrıs Türklerinin sesini duyar ve size de duyurur ümidiyle bu satırları kaleme alıyorum. Bu mektubu herhangi bir resmi makam adına değil, bir Kıbrıs Türkü olarak yazmakta olduğum için diplomatik incelikleri bir kenara bırakıyorum. Gerek bir lise ve üniversite öğrencisi gerekse bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Temsilcisi olarak ABD’de geçirdiğim uzun yıllar, bana Amerikan halkı hakkında bazı şeyler öğretti. Bunlar arasında halkınızın hakkaniyet ve fırsat eşitliğine olan inancı önde gelmektedir. Lütfen bana söyler misiniz?
Kıbrıs ihtilafına taraf iki halktan birisinin liderini Beyaz Saray’da kabul edip ona övgüler yağdırırken, diğerinin varlığını dahi görmezden gelmenizdeki hakkaniyet nerededir? Rum lider Hristodulidis’in Kıbrıs Türk halkını ve/veya Kıbrıs’ın tümünü temsil etmediğini, Kıbrıs Türkü’nü ancak kendi demokratik iradesiyle seçilmiş yetkililerinin temsil edebileceğini hiç düşünmediniz mi? Üstelik, birkaç gün önce kendisiyle görüşüp siyasi tezlerine destek verdiğiniz Kıbrıslı Rum lider, 2017 yılında Crans-Montana’da yer alan 5+BM formatındaki Kıbrıs konferansının çöküşle sonuçlanmasının baş mimarlarından birisidir. Bu çöküşle birlikte, on yıllardır süren federal zemindeki görüşmeler süreci de nihai şekilde tüketilmiş, olaya bizzat şahit olan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres taraflara “kalıp dışı yeni fikirlerle gelmeleri” konusunda çağrıda bulunmuştur.
“Egemen eşitlik talep ediyoruz”
Kıbrıs Türk halkı olarak bizim Genel Sekreter’in çağrısına yanıtımız, özden gelen haklarımız egemen eşitlik ve eşit uluslararası statümüzün teyidi yoluyla oluşacak zeminde resmi görüşmeleri başlatmaktır. Taraflar arasında halen mevcut olmadığı BM tarafından defaatle açıklanmış olan ortak zemin arayışlarının devam ettiği bir aşamada, bir tarafın yetkili veya yetkilileriyle dayanışma içine girip onlarla “stratejik diyaloğu” ilerletmek, artık geçerliliğini yitirmiş tezlerine destek vermek ve uluslararası görünürlüklerini artırmak, bu çabalara zarar vermekte, onları baltalamaktadır. Nitekim, bu görüşme sonucu sahte bir özgüven patlaması yaşamakta ve bunu yansıtan açıklamalarda bulunmakta olan Rum lider ve yetkililer, bu tavırlarıyla gerçek eşitliğe dayalı bir zemin arayışından daha da uzaklaşmış durumdadırlar. Sizden aldıkları bu cesaretlendirme ve giderek artan silahlanma faaliyetleriyle bize karşı daha saldırgan bir tutum içine girmeleri ise ihtimal dışı olmayıp bir zaman meselesidir. ABD ile sürdürdükleri “stratejik ortaklık” ilişkisinin arkasında yatan neden de budur. Sayın Başkan,
Kıbrıs’ın “50 yıllık suni bölünmüşlüğünden” bahsetmektesiniz. Bu beyan karşısında genel tarih bilginizi olmasa bile, Kıbrıs sorununun tarihçesi hakkındaki bilginizi sorgulamak zorundayım! En yalın anlatımıyla bölünmüşlüğün tarihçesi 1974’te değil 1963’te başlar. Bu da Kıbrıslı Türklerin Enosis’çi Rumlar tarafından toplu katliamlara tabi tutulması, 11 yıl süreyle her türlü mezalime uğratılması, silah zoruyla ortaklık devletinin tüm organlarından atılmaları ve toplamı ada topraklarının %3’üne tekabül eden dağınık “anklavlara” sıkıştırılmaları gerçeğinden başka bir şey değildir. Bu trajik durum, bölünmüşlükten de öte tam bir parçalanma değil miydi?1964 yılında adaya gelen BM Barış Gücü, herhalde barış ve sükunun hüküm sürdüğü bir adaya gelmemişti; kan dökülüyordu ve dökülen Türk kanıydı!
Ancak, bize bu gerekçeyle Güvenlik Konseyi’nden geçirildiği söylenen 186 sayılı karar, zulme uğrayan Kıbrıs Türk halkını korumak yerine, pratikte zulmü uygulayan Kıbrıs Rum tarafı ve onun destekçisi Yunanistan’la taraf tutmuş, ortaklığı yıkmış olan Kıbrıs Rum tarafına “Kıbrıs Hükümeti” muamelesi yapmakla hem bu gaspçı yönetimi hem de Kıbrıs Türkü’ne karşı uyguladıkları soykırım teşebbüsünü adeta meşrulaştırmıştır. Aradan 60 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına karşın halkımız bu kabul edilemez durum ve adaletsizliğin sonuçlarıyla yaşamaya mahkum edilmiş olup en temel insan haklarının ihlali olan izolasyon ve kısıtlamalara tabi tutulmaya devam etmektedir. Size soruyorum; bu hangi hakkaniyet, adalet veya uzlaşı anlayışına uyar?
“1974 sebep değil; sonuç”
Sayın Başkan, 1974’te olanlar bir sebep değil, 11 yıllık bir mezalimin kaçınılmaz sonucuydu! Zamanın BM Genel Sekreterlerinin ilgili raporlarında kayıt altına alınmış olan bu gerçekler, o dönemde adayı ziyaret etmiş bulunan bazı Amerikan devlet adamlarının anılarında da ifade bulmuştur. Bunun en çarpıcı örneği, o yıllarda ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlarından George Ball’un “Anılar; Geçmişin Başka Bir Örgüsü Vardır” (ThePast Has AnotherPattern, Memoirs) isimli kitabının 341-345’inci sayfalarında mevcuttur. Adı geçen, Kıbrıs’ı ziyaretinde Rum lider Makarios’la yaptığı görüşmeyi anlatmakta , “dünyanın bir kenarda durarak bu güzel adayı kişisel kasaphanesi haline getirmesine müsaade etmeyeceğini” ifadeyle şunları söylemektedir: “Makarios’un temel gayesi, kendisinin ve Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türkleri mutlulukla katledebilmeleri için Türk müdahalesini engellemekti”!
Bu yadsınmaz gerçekleri şu veya bu nedenle gözardı etmeye kalksanız bile, Türkiye’nin 1974 Barış Harekatı’nı kaçınılmaz kılan 15 Temmuz 1974 Rum-Yunan darbesini nasıl unutabilirsiniz? Amerikan halkının geçmişten ziyade geleceğe bakmayı seven bir halk olduğunun bilincindeyim. Ancak, demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri gibi değerleri savunan ve bunları evrensel düzeyde uygulama iddiasında olan devlet ve devlet adamlarının, siyasi ve askeri çıkar mülahazalarıyıla bunları göz ardı etmeleri veya selektif/seçici bir şekilde uygulamaları, bir çifte standarttan da öte, bu evrensel değerleri hiçe saymak değil midir? Sayın Başkan,
Kıbrıs Türk halkı olarak iki devletli uzlaşı politikamıza bir günde gelmiş değiliz! Bunun arkasında yarım asrı aşan bir federal müzakere süreci ve artık sayısını bizim dahi kaybettiğimiz Kıbrıs Rum retçiliği yatmaktadır. Bunun en son örnekleri ise 2004 referandumlarında Rum halkının %75 gibi bir oranla “Annan Planı”nı reddetmesi ve 2017 İsviçre’nin Crans-Montana kasabasında yer alan Kıbrıs konferansında masayı devirmesidir. Dahası, Rum tarafı için görüşmeler süreci bir uzlaşı arayışı olmaktan çoktan çıkmıştır; amaçlarının, Kıbrıs Rum tarafının tanınmış hükümet statüsünü, daha doğrusu statükosunu, sürdürmek ve konsolide etmek, Kıbrıs Türk halkını gayrı insani izolasyon ve kısıtlamalar altında tutarken uluslararası görünürlüğümüzü ve dış dünyayla olan temas ve ilişkilerimizi baltalamak olduğu açıktır. Sonuç alıcı resmi görüşmeler ancak iki tarafın gerçek eşitlik zemininde masaya oturmasıyla başlayabilir; bu da egemen eşitliğimiz ve eşit uluslararası statümüzün uluslararası toplum tarafından teyit ve tesciliyle mümkündür. Kıbrıs Rum tarafına bu haksız imtiyazı tanıdınız ve onlar da bunu Kıbrıs Türkü’nü “federal çözüm” görüntüsü altında “Helen Kıbrıs”ta egemenlikleri/hegemonyaları altına almak için her türlü çabayı gösteriyorlar! Bunu yaparken de sadece sizleri değil, yine tek yanlı ve haksız olarak elde ettikleri AB üyeliğini kullanmaktan da çekinmiyorlar. Artık bu haksız ve adaletsiz durum bir son bulmalıdır.
“Bir taraf ‘daha’ eşit olmamalı”
Seleflerinizden Başkan Bill Clinton, Kıbrıs’ı “İki halkın ortak vatanı tanımlamıştır. Biz bu tanımlamayı doğru buluyoruz! Ancak, bir tarafın diğerinden “daha eşit” bir konumda olduğu ve öyle muamele gördüğü bir ortam ve süreçten gerçek eşitliğe dayalı bir sonuç çıkması mümkün değildir. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyeceğimiz gerçeğini görmek için son 60 yılı aşkın sürenin deneyimleri yeterli değil mi?
Belki hatırlayacaksınız, 2014 yılında ABD Başkan Yardımcısı olarak Kıbrıs’ı ziyaretiniz esnasında 3. Cumhurbaşkanımız Dr. Deviş Eroğlu’nu ziyaret ettiğinizde, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Başmüzakerecisi olarak heyetimiz içinde ben de vardım. Görüşme esnasında, benim gibi sizin de çok sevdiğinizi anladığım İrlandalı şair W. B. Yeats’ten alıntı yaparak “Her şey değişti, tamamen değişti; korkunç bir güzellik doğdu” dediğinizi anımsıyorum. Şairin İrlanda kalkışması/bağımsızlığı için yazdığı anlaşılan bu satırları Kıbrıs bağlamında kullanmanızın nedenini tam olarak bilmiyorum. Ancak, geçmişte yaşanan “korkunç” olaylardan ders alarak yarının “güzelliklerine” odaklanmamız gerektiği noktasından hareketle, her türlü denge unsurunu bir kenara bırakarak sadece bir tarafa destek vermek yerine, Kıbrıs Türkü’nün büyük fedakarlıklarla ulaştığı devletini de Kıbrıs’ta egemen eşit bir realite olarak kabul etmenizin, Kıbrıs’ta kalıcı, sürdürülebilir bir uzlaşıya katkı yapacağını vurgulamak isterim. Saygılarımla, Osman Ertuğ, Emekli Büyükelçi, Eski Başmüzakereci.”