Eşimin mail kutusuna bir makale düşmüş, ilginç olduğu için benimle paylaştı.
“Bu makale herkese açık hesaptan alınmıştır: Guo Rong (ID: xuu5336)” diyor ancak off the recordtan bir tık üstte gibi. Gazeteciler iyi bilir. Bazen siyasiler toplantı yapar. Orada “siz bilin ama yazmayın” başlıklı konuşmalarla iç dökerek kendileri aleyhine getirilecek suçlamaların önünü almış olurlar.
Psikolojik bir manüpülasyon örneğidir bu. “Madem bana güvendi, yazmayayım” dersiniz. Tabi günü geldiğinde kullanılacağını, konuşmayı yapan bilir. Nitekim kullanılır da.
Neyse esas konuya dönelim; Son dönemlerde yaptığı Türk karşıtı, Yunan hamisi söylemlerle bize hayli antipatik gelen Macron, kapalı kapılar ardındaki bir toplantıda kendisine sorulan “Bugün dünyadaki büyük güç değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine mevcut uluslararası durumun genel bir analizini yaparak iç çekmiş: "Batı hegemonyasının sonuna yaklaşıyor!"
Yazı hayli uzun. Ben özetleyeyim.
“Evet, Batı hegemonyasının sona eriyor olabileceğini kabul etmeliyim.
18. yüzyıldan itibaren Batı hegemonyasına dayalı uluslararası bir düzene alıştık.
*Bu, 18. yüzyıldan Aydınlanma esinli bir Fransa.
*Bu, Sanayi Devrimi tarafından yönetilen bir 19. yüzyıl İngiltere'sidir.
*Bu, iki dünya savaşından yükselen 20. yüzyıldan doğan bir Amerika.
Fransa, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri 300 yıldır Batı'yı harika kılıyor.
Fransa kültürdür, İngiltere endüstridir ve Amerika savaştır.
Bize küresel ekonomi ve siyaset üzerinde mutlak hakimiyet sağlayan bu büyüklüğe alışığız.
Ama işler değişiyor.
Bazı krizler Batı'daki kendi hatalarımızdan, bazıları ise gelişmekte olan ülkelerin zorluklarından kaynaklanır. Batılı ülkelerde ABD'nin krizler karşısında yaptığı birçok yanlış seçim hegemonyamızı derinden sarstı.
Bunun sadece Trump yönetimiyle başlamadığını, ABD'nin diğer başkanlarının Trump, Clinton'ın Çin politikası, Bush'un savaş politikası, Obama'nın dünya mali krizi ve niceliksel genişleme politikasından çok önce başka yanlış seçimler yaptığını unutmayın.
Bu Amerikan liderlerinin yanlış politikaları, Batı hegemonyasını sarsan temel hatalardır. Ancak öte yandan, yükselen güçlerin yükselişini başından beri hafife aldık.
Çin, Rusya, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Birleşik Krallık ile karşılaştırılıyor.
Artık Batı siyasetine inanmıyorlar, kendi ulusal kültürlerini sürdürmeye başladılar. Bunun demokrasi ile ya da değil ile ilgisi yoktur. Hindistan demokratik bir ülke ve o da aynısını yapıyor, kendi ulusal kültürünü arıyor. Bu yükselen milletler, kendi milli kültürlerini bulup buna inanmaya başladıklarında, Batı hegemonyasının geçmişte kendilerine aşıladığı felsefi kültürden yavaş yavaş kurtulacaklardır.
Ve bu, Batı hegemonyasının sonunun başlangıcıdır!
Batı hegemonyasının sonu ekonomik düşüşte değil, askeri düşüşte değil, kültürel düşüşte.
Değerleriniz artık gelişmekte olan ülkelere ihraç edilemediğinde, bu düşüşünüzün başlangıcıdır.
Bu gelişmekte olan ülkelerin siyasi hayal gücünün bizimkinden daha yüksek olduğunu düşünüyorum.
Siyasi tasavvur çok önemlidir. Güçlü birleştirici çağrışımlara sahiptir ve daha fazla politik ilhama yol açabilir. Özellikle yükselen ülkelerin siyasi hayal gücü bugün Avrupalılarınkinden çok daha fazla, tüm bunlar beni derinden şok etti.
Evet, ABD bir müttefikimiz, uzun vadeli müttefikimiz ama aynı zamanda uzun zamandır bizi kaçıran bir müttefikimiz. Rusya'yı Avrupa'dan çıkarmak kesinlikle geniş kapsamlı bir stratejik hata olabilir.
Dostumuzun düşmanı mutlaka bizim düşmanımız mı?
Rusya ABD'nin düşmanıdır, öyleyse Avrupa'nın düşmanı mı olmalı?
Avrupa'nın kendi yeni güven ve güvenlik mimarisini inşa etmemiz gerekiyor çünkü Rusya ile ilişkileri gevşetmezsek kıtada barış olmayacak.”
Söylediğim gibi yazı hayli uzun. Yazının içeriğinde Avrupa ve Asya'nın entegrasyonunda bazı hatalar yaptıklarının ifşası, İpek Yolu’na dahil olma planları gibi bir sürü not var.
Öncelikle, bana göre “Siyasi tasavvur çok önemlidir. Güçlü birleştirici çağrışımlara sahiptir ve daha fazla politik ilhama yol açabilir. Özellikle yükselen ülkelerin siyasi hayal gücü bugün Avrupalılarınkinden çok daha fazla, tüm bunlar beni derinden şok etti” sözleriyle Türkiye’ye atıf yapıldığı açık.
Bunun haricinde okuduklarımdan anladıklarım;
-Batı artık eski gücünü kaybetti.
-Batının politikaları iflas etti.
-Avrupa, Amerika’nın kuyruğuna takılırsa yenilgi kaçınılmaz.
-Rusya Avrupa’nın parçası olmalı.
-Amerika Rusya savaşında tarafımız Rusya olmalı.
-İpek Yolu’nun parçası olmalıyız.
-Batının kültürünü empoze edemeyiz.
-Kültürel değerlerini koruyan milletler daha başarılı oluyor.
-Gelişmekte olan ülkelerin siyasi hayal gücünden korkuluyor.
Görüldüğü üzere artık Batı, dayatma demokrasi anlayışının çöktüğünün, Doğu’nun yükselişinin farkında ancak bizdeki Batı hayranları, Batıya şirin görünmek, Batı kültürüyle hemhal olmak adına kendi kimliklerini reddetmekten çekinmediği gibi, gerek Lüzinyanlık, gerekse Kıbrıslılık basarak kendini oraya yamamaya çalışıyor.
Olur a, Macron’un söyledikleri ışığında -ki, bunu öngörmeyen yok-Batı eski gücünü ve popülaritesini kaybettiğinde, kimliğini satanların durumu ne olur diye sorarsanız, Kıbrıs’ın kadim ameli “linobambakilik” derim.
Adam, “biz bittik” diyor; Biz, medeniyetler ittifakı, AB üyeliği, küreselleşme, federasyon, Kıbrıslılık vs. vs...
Adam, kültürüne sarılan, kimliğini koruyan ülkeler güçleniyor diyor, biz, içinde Türk geçen her şeye nefret, Batılı her şeye koşulsuz teslimiyet...
Tamam anladım genetik bilimine inanmıyor, Türklüğünü reddediyorsun. -Ki hiç Kıbrıslılık coğrafi bir terimdir tartışmalarına girmeyeceğim, Türk değilim diyorsan değilsindir.- Ben esasen “şiddetle inkâr” meselesinin aslını sizden duymak istiyorum. “Dünyalıyız” zırvalarına girmeden anlatın ama… Başkalarının eteğine yapışarak tarihin çöplüğüne yuvarlanmadan…
(Bilmeyene özet not: Linobambaki, vergi vereceğinde “Türküm”, askere çağrıldığında “Rumum” diyen bir grup.)