Doğu Anadolu’nun küçük bir şehrinde geçti çocukluğum.
Fırat Havzası’ndan, Çavuş Dağı’nın eteklerine, lale ve üzüm dolu bir ovada büyüdüm ben.
Hatırlarım, haftalarca yağan kar yüzünden kapımızı açıp, dışarı çıkamadığımız zamanlar olurdu.
Evden kaçıp yalınayak dereleri aşarak, dağlara tırmanır, kaplumbağalara isimler takar, alıçtan kolyeler yapardık.
Tandır başında gözlerimizi kocaman açarak, ellerimizi kavuşturur, koca bibilerden tandır ekmeği dilenirdik.
Bostanlardan domates, folluklardan yumurta aşırırdık.
Çocukluk işte…
Bayram sabahlarını hatırlarım…
Kapı ziline uyanmadıysak, yumurtalı ekmek kokusuyla uyanırdık.
Fonda, Müzeyyen Senar “Kimseye Etmem Şikayet”.
Yataktan roket gibi fırlar, bayramlıklarımızı hızla giyinmeye çalışırdık.
Salona geçtiğimizde su dalgası saçları yana taralı, jilet gibi takımı içinde, elinde gazetesi, babamı görüp sakinleşir, elini öpmek için kardeşimle sıraya girerdik.
Babam seslenirdi mutfağa: “Hadi Handuş (Handan) gel, bayramlaşalım!”
Annem salona şiir gibi gülümsemesi, ışıl ışıl gözleri, su dalgası saçları ve üzerine dikilmiş gibi oturan güzel elbisesi ile giriş yapardı.
Önce babamızın, ardından annemizin sonra da kardeşimle birbirimizin elini öper bayramlaşırdık.
Harçlıklar ceplere dolduktan sonra sofraya geçer ve büyük bir iştahla kahvaltımızı yapardık…
Bütün bunlar olurken kapı ısrarla çalmaya devam ederdi.
Sabah 6 suları başlayan şeker toplama furyası, yaklaşık 3 gün sürer 4. gün iyiden iyiye azalırdı.
Şekerlemeleri çocuklara, çikolataları büyüklere, lokumları yaşlılara ikram etmek gibi altın bir kural belirlemiştim kendime.
Çünkü hesabıma göre az yaşlı ziyareti alırsak, lokumların çoğunu kardeşimle yiyebilirdik…
Şehri tütün kolonyasının o baştan çıkarıcı büyülü kokusu sarardı.
Bazen kapıda beliren aileleri tanıyamaz, içeri alıp almamakta kararsız kalırdım.
Böyle anlarda annem beni hızlı bir hareketle geriye iteler, buyur ederdi konukları içeri.
Bazı zamanlar bu konukları bizimkilerin de pek tanımadığını fark eder, iyice kulak kesilirdim.
Bir yerlerden ortak bir tanıdık çıkana dek konuşur, ardından evvelden tanışıyor gibi sohbet eder, bir sofradan yemek yer bol bol çay içerleri…
Özledim!
O sesleri, kokuları, lezzetleri, heyecanı ve o tarifsiz mutluluğu özledim…
Çok özledim…