Yaklaşık 20 yıl kadar önceydi.
O zamanlar Dikmen Çöplüğü vardı.
Sık sık çıkan yangınlar ve Lefkoşa’yı saran o korkunç, dayanılmaz koku.
Gerçi her zaman yanmaktaydı ama bazen iş o kadar çığrından çıkıyordu ki gidip haber yapmak gereği doğuyordu.
Neredeyse her hafta oradaydık.
Televizyon programlarına da yeni başladığım zamanlardı.
Bir programda konu Dikmen Çöplüğü’ne geldi dayandı.
Şöyle bir yorum yaptım: “Bir çöplük bir ülkenin kaderi olamaz..”
Ve bu çerçevede bir süre konuştuk.
Aynı gün bir telefon aldım.
Bir “siyasi yetkili” aradı beni.
Bana programda kullandığım ifadenin yanlış olduğunu, böyle yaparak devletime zarar verdiğimi anlattı.
Daha doğrusu anlatmaya çalıştı.
Çünkü ne bu konunun anlatılacak bir yanı vardı ne de benim böylesi bir şeyi anlayacak halim.
Konuşma ilerledikçe ortam biraz gerildi.
Beni arayan “siyasi yetkili” baktı gördü ki benim geri atmaya pek niyetim yok hemen taktik değiştirdi.
Böyle devam edersem benim açımdan, kariyerim bakımından çok iyi olmayacağını, programcılık hayatımın bitebileceğini ve hatta BRT’de çalışmamın bile mümkün olamayacağını söyledi.
Hem de açıkça..!
Hiç çekinmeden.
Aslında benim için yeni bir durum değildi.
Daha önce de benzer şekilde tehditler almıştım ama ilk kez bir çöplük buna neden olmaktaydı.
Yıllar geçti.
Şimdi artık ne Dikmen Çöplüğü var ne de o “siyasi yetkili”.
Her ikisi de tarih oldu.
Ama gel gör ki kaderimiz değişmedi.
Hala yanan bir çöplük var ve bizler hala zehir solumaktayız.
Kaderimiz değişmedi..
Kim bilir, belki de kader değildir.
Bize müstehaktır..