Olağanüstü koşullarda insanoğlu her zaman kendisinden bekleneni yapabilecek bir kapasiteye ulaşır.
Hem fizikman hem de mental olark bu kondisyona ulaşılır.
Bireysel olarak bunu yakalamamızın yegane nedeni dahil olduğumuz toplumun psikolojisidir.
Bulaşıcıdır.
Yani, bir noktada başlar ve her noktaya ulaşır.
Toplumsal psikoloji en kolay etkilendiğimiz ruh halidir.
Deprem felaketi de böyle bir durum yarattı hepimizde.
Hem üzüntü hem de korkuyu içimize sığdırdık.
İlk başlarda bocaladık ama şimdilerde daha bir bilinçliyiz.
Depremlerde temel konu binalardır.
Bu son derece normal bir durumdur.
Ne zaman deprem söz konusu olsa tüm dikkatler binalara çevrilir.
Bizde de öyle oldu.
Hatta o kadar fazla oldu ki, geçmiş yılların acısını çıkarır gibi, bugüne kadarki ihmalkarlığımızın açığını kapatır gibi bu işe asıldık.
Okullar ilk aklımıza gelen yapılar oldu.
Keza hastaneleri de unutmadık.
İçerisinde yaşamımızı sürdürdüğümüz evlerimizi de düşündük.
Ne kadar şanslıyız ki bu konuda yeterli uzmanımız da var.
Yetişmiş insan kapasitesi bakımından sahip olduğumuz avantajı kulandık ve binalarımızın durumunu bilimsel açıdan belgeledik.
Bilanço çok da parlak değil.
Yapılması gereken çok fazla iş var.
İşte bu noktada yetersiz kaldığımız yönümüz ortaya çıkıverdi.
Paramız yok..!
Az ya da yetersiz değil, bizim resmen paramız yok.
Bütçesi her yıl ciddi açık veren bir ülkeden bahsediyoruz.
Peki ne olacak, nasıl olacak..?
Hükümet doğal olarak gözünü çalışanlara çevirdi ve “gönülü” bağış için yasa yaptı.
Muhalefet de “doğal” olarak buna karşı çıktı.
İte-kaka da olsa mesele yasalaştı.
Şimdi artık nurtopu gibi bir “bağış” yasamız var.
İşte tam da benim karşı çıktığım, anlamakta zorlandığım nokta da budur.
Bağış denilen nesne zorla olmaz.
Bir iş eğer zorla oluyorsa onun adı ne gönüllü olur ne de bağış..
Bir konuda yasa çıkmışsa orada zorlayıcılık vardır.
Yasaların ruhu bunun üzerinedir.
Devletteki vatandaşların zorunluklarının belgesidir yasalar.
Ve bizler de onlara uymak zorundayız.
O zaman neden yasa ile yapıldı bu iş..?
Gönülü bağış için yasa değil de çağrı yapılması gerekmez miydi..?
Yasada gönüllülük “esasına bağlı” ifadesi var, doğrudur.
Bağış yapmak istemeyenler dilekçe ile bu durumu beyan etmeleri halinde “bağış” yapmaktan “muaf” olacaklar.
Giderek garipleşiyor değil mi..?
Aslında esas olan vatandaşların ortaya koydukları tepkidir.
Bu konuda ciddi bir tereddüt söz konusudur.
Ve ne yazık ki hükümet vatandaşın kafasındaki soru işaretlerinin giderilmesi konusunda hiçbir şey yapmamıştır.
Sadece yasa yapmıştır.
Vatandaş haklıdır ya da haksızdır tartışmasına girmeyeceğim.
Konu elbette bu değil çünkü.
Burada esas olan halkın tereddütlerinin dikkate alınmasıydı.
Bu yapılmadı.
Vatandaş “ben bu parayı vermesine veriririm ama amaca uygun kullanılmayacağı yönünde tereddütlerim var” diyor.
Bu görmezden gelinemez.
Haklı ya da haksız tartışmaları siyasidir.
Buna da girmem.
Niyetim siyaset değil.
Ama halkın tereddüdü dikkate alınmalıydı.
Alınmadı.
Şimdi birçok kişi dilekçe yazıp kesintiyi iptal etmek için hazırlanıyor.
Hatta dilekçeler çoktan yazıldı bile.
Yasanın Resmi Gazete’de yayımlanması bekleniyor.
Başka maksatlarla kulanılmayacağının yasaya yazılmış olması da vatandaşı rahatlatmadı.
Bunun haklı gerekçeleri var.
Mesela bu ülkede Sığınak Fonu var.
Ya da vardı.
Hala yürürlükte midir bilmem.
Ama uzun yıllar uygulandı.
Fakat gel gör ki bu ülkede tek bir sığınak bile yapılmadı.
Orada biriken paralar hep başka maksatlarda kullanıldı.
Hastane bile yaptık oradaki paralarla.
Yasasında yer almasına, hatta adıyla bile kısıtlamasına rağmen bunu yaptık.
Bir tüzükle iş tamam oldu.
İşte vatandaş bunun farkında.
Bu nedenle endişeli.
Ve bu endişeler hala canlı.
Hükümet önce bu gerçeği dikkate almalı.
Paraya gerçekten ihtiyacımız var.
Hem de acilen.
Yapılacak çok işimiz var.
Tüm bunlar için toplumsal mutabakat sağlayacak adımlara ihtiyacımız var.
Umarım işler bu yöne evrilir.
Yoksa sonra çok ağlarız...