İnce tozlu yollar
Uzaklara taşır hayallerimi.

Urkiye Mine Balman

‘Niye böylesin, Güvercin?’.

‘Niye böyle garip hissediyorum, Şerif?

İçimde sabitlenen, bu kımıldamadan bekleme duygusu da ne oluyor?’.

‘Kederlisin. Belki de korkuyorsun, güvercin?’.

‘Bilmiyorum, bilemiyorum, tek bildiğim kımıldamadan beklemek zorunda olduğum.

Haklısın, galiba korkuyorum. Sanki kımıldarsam, yaşamımdaki her şey tuzla buz olacak’.

‘Güvercin, sadece içinden değil, dışından da bekliyor’, diye düşündü Şerif. Ne olacağını ne yapacağını bilemeden bekliyordu üstelik.

Şerif, bir gün yanında sağaltıcı kuşla çıkageldi.

Güvercinin haline dayanamamıştı.

‘Öne içini sakinleştirecek, hiçbir şeyi kafana takmayacaksın’, dedi Sağaltıcı.

‘Sana beklemeyi, yasaklıyorum.

Bekleme için, beklemeyi bile, yasaklıyorum’, diyerek çıktı, gitti.

Güvercin şaşkındı.

Güvercin’in hiç hâli yoktu.

Ve Güvercin, artık kış mevsiminden bile korkmaya başlamıştı.

Soğukla zayıflayarak, güçleri tükenen güvercinler, teker teker ölüyordu.

Onları öldüren soğuk değildi. Aslında, onları, güçten düşmek öldürüyordu.

Aklına gittikçe daha garip şeyler geliyordu.

Her şeyden ve tüm sınırlamalardan özgürleştirmek, sadece akılda yapılabilir miydi acaba?

Ölerek, kaybedilenlerden de özgürleşmek, mümkün müydü?

Güvercine yüreğini çıkarıp atmak, sanki çok daha kolay geliyordu.

‘Senden bıkmaya başladım artık’, diye söylendi kendi kendine.

Her şey, bizi, biz yapan hikayelere bağlı değil miydi zaten.

‘Bizi biz yapan hikayeler olmazsa, biz de olmayız’, diye düşündü.

‘Hem bakalım, ben yine, yeniden doğmak istiyor muyum, Şerif’, diye sordu.

Kayıpların yorgunluğu, kışın soğukluğuyla birleşmişti.

Güvercin çok üşüyordu.

Bugünlerde nedense, hep ölümcül konularla haşır neşirdi Güvercin.

 Bazı güvercinlerin ölümlerini bile, şölene dönüştürdüğünü görmüştü.

Niye öyle yaptıklarını, hiç anlayamamıştı…

‘Bazı şeyleri hissedemez ve anlayamazsın, dedi Şerif.

Güvercinlerin ölümü, çok uzun sürüyordu. Belki de kendileri yavaş yavaş yok olurken, sevdiklerini, hep çevrelerinde toplayarak, onlardan güç almak istiyorlardı.

Bu yüzden böyle törenler ve seremoniler yaratıyorlardı.

Kendi ölümünü düşündü Güvercin.

Ölürken, kendini kimseye göstermek istemezdi.

En yüce dönüşüm olarak ölüm, tek başına yapılması gereken, çok ciddi bir işti.

Güvercin kendi ölürken, çevresindekilerin dikkatini dağıtması hiç istemezdi.

Ölürken, bir de çevreyle mi uğraşacaktı?

Acaba ölürken, çevreyle uğraşarak, kendini oyalamaya mı ihtiyaç duyuluyordu?

Ölürken, bir de çevresindekilerin, acıma ve üzüntülerini teselli etmeye mi çalışmak gerekiyordu?

Belki de sorun, kendini nerede var ettiğinle, ilgiliydi.

Kalabalıklarda var olanlar, yalnız değil, kalabalıklarda ölmeliydi…

Yalnızlıkta kendilerini var edenler ise, yalnız…

Böylesi çok daha adil değil miydi?

Kendi kendine sitem ederek, ‘sen de hiç halden anlamıyorsun Güvercin’, diye söylendi.

Belki de çevresine kalabalıkları toplayanlar, ölümden öyle çok korkuyorlardı ki, ölme anlarını bile, tiyatro sahnesine dönüştürerek oyalanıyor ve kendilerinden kaçıyorlardı.

Belki de böylelikle korkmaktan, kendilerini kurtarmaya çalışıyorlardı. Niye olmasındı.

‘Ne dersin Şerif?’.

‘Ölüm korkusu, çok doğal bir korku’, dedi Şerif.

‘Her canlının yaşar kalması, iliklerine kadar işlenmiştir. Bu yüzden bütün canlılar ölmemeye çalışır, güvercin’.

‘Yaşlı güvercinler, gençlerden çok daha fazla korkuyorlar ölümden.

Tam tersi de doğru olabilir, güvercin, dedi Şerif.

‘Belki de zamanlarının bittiğini bilmektir, onları, bu kadar sıkı sıkıya yaşama bağlayan…’.