Gerçeğin sonsuz yüzü vardır Güvercin.

 

Kışın sonuna geldik, diye düşündü Güvercin. Zaman durmaksızın akıp gidiyordu. Sabah uçuşunu yapmış, son zamanlarda hep yaptığı gibi düşüncelere dalmıştı. Belki de zamanın akıp gitmesi ve yaşamını değiştirmesi iyiydi.

Şerif’le buluşunca, hemen derin konulara daldılar.

‘Artık zamana ve geçmişe saplanıp kalmasan’, dedi Şerif.

‘Geriye baktığımda eski günleri düşündüğümde, geçmişin ne kadar kafa karıştırıcı olabileceğini çok daha net görüyorum. Zamanın geçişi, bizi yokluğa sürüklüyor. Zamana kendimizi kaptırırsak, bir daha geri dönüşü olamayacak Şerif’.

‘Zamana uyum sağlamak, zamanın hızını gözden kaybetmemek gerek, Güvercin. Dalgınlığa düşer de, ondan daha yavaş hareket edersek, düşer, yok oluruz. Böylece geçmişteki tüm yaşantılarımız, her şey bir saçmalığa dönüşür. Geçmişe takılıp kalanlar, eski zaman hikâyeleri anlatanlar, bu yüzden eskiye yapışmış, çok acınası varlıklar haline gelmiyorlar mı?’.

‘Eğer geçmişi geride bırakmayı beceremezsen, kendini yeniden var edemezsin. Bugün ve şimdi, önceki zamanlardan daha farklı olduğumuzu sezemezsek, sadece acınası bir varlık olmaz, daha kötüsü cansız varlıklar haline geliriz. Zamanın hızıyla uçarken, zamanın efendisi olduğumuzun bilincine varmalıyız’.

Şerif, Güvercinin sözlerini dikkatle dinliyordu.

‘Güvercin, seni özgürleşmiş görüyorum artık.

Sanki zamanın baskısından, geçmişin prangalarından kurtulmuş gibisin’.

‘Belki de tam tersidir Şerif.

Belki de kendime yeni hapishaneler yaratıyorumdur’.

Güvercin son zamanlarda aşırı sakinlikle hareket ederken, ansızın hızlanıyor, bir şekilde gündelik yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. Bir yanıyla dışsal gerçekliğindeki yaşamına uyum sağlamaya çalışırken, öte yanıyla da içindeki huzursuzluklar ve can sıkıntısıyla savaşıyordu. Uykusunda yaşadığı kabuslar, rüya görmediği zamanları özletiyordu. Rüyalarında sürekli olarak bir hapishane mahkumu olarak yaşıyor, hapishane gerçekliği ona normal geliyordu.

Dışsal gerçekliğindeki gündelik yaşamıyla, rüyalar aleminde yaşadıkları gerçeklik algısını bozuyordu. Gördüğü rüyalar, Güvercinin kafasını karıştırıyor, kafası karıştıkça kendinden kaçma isteği artıyor, hareketleri hızlanıyor, onu takip etmek de zorlaşıyordu.

Her şeyi çok hızlı yapmaya başlamıştı Güvercin. Sürekli hareket ediyor, çalışıyor, uçuyor, sonra yine çalışıyor, hiç durmuyordu. Bir an dursa, hiçbir şey yapmazsa, zaman ve dünya duracak, kıyamet kopacaktı sanki.

‘Galiba yine kaçmaya başladın’, dedi Şerif.

‘Kaç bakalım, güvercin’.

‘Neden kaçacak mışım ki?’.

‘Kaçarak, gözden kaybolmak istiyorsun galiba Güvercin.

Kaçarak, kaybolmaya çalışmak, çok tehlikeli bir yolculuktur’.

‘Neden kaçacak mışım ki’, diye yeniden sordu Güvercin.

‘Niyetine bağlı olarak, kaçışın bizzat kendisi, hata üzerine temellendirilmiş olacaktır’, dedi Şerif.

Bu söz, çok tanıdık gelmişti, Güvercine. Geçmişte bir yerlerde bunu duymuştu sanki. Durdu düşündü. Geçmişi düşünmek, ne kadar da zor geliyordu. Neyse, diye düşünmekten vazgeçti.

‘Neden kaçacak mışım’, diye biraz da kızarak sorusunu tekrar etti.

‘Kendinden, aklından ve kalbinden kaçıyorsun’, dedi Şerif.

‘Kendi kendini korkutmaya, kaçırmaya başladın artık.

Seçim yapmaya cesaret edemediğin için, kendi kaosunda boğuluyorsun güvercin.

Neden gerçek yaşama geri dönmüyorsun Güvercin?

Seçim yapmaya cesaret edemeyerek korkuya kapıldığın için, kendinden kaçmaya bir son ver’.

‘Sen ne diyorsun, Şerif? Hiçbir zaman, bu kadar çok çalışmadım’.

‘Bu şekilde çalışmak, senin gerçek doğan değil ki Güvercin.

Kalabalıklar da saklanıyorsun artık.

Bu kendinden kaçmanın bir başka türlüsü.

Kendini öyle çok meşgul ediyorsun ki, başka hiçbir şey düşünmeye ve hissetmeye zamanın kalmıyor.

Meşguliyetler içinde kendini kaybediyorsun.

Çok yorucu bir yöntem olsa da böylece kafandaki sorunları ertelemiş oluyorsun.

Gerçek sorunun, başlı başına yanılsamalarla dolu.

Kendine anlamsız bir yaşam kurmaya başladın’.

Şerifin, doğru söylediğinin farkındaydı, Güvercin.

Ve üstelik içinde bir yerlerde, geleceği beklemek için, adaya kaçtığını da biliyordu.

Sanki içini okuyordu Şerif.

‘Seçim yapmaktan korktuğun için, abarttığı sorumluluk duyguların için, Adaya kaçtın Gü vercin’, dedi Şerif.

Hazır olunmadığı zaman, gerçeğin yaşanmayacağını, neden hala öğrenememişti, Güvercin? Bu yüzden canı yansa da, canının yandığını belli etmemeye çalışarak, gerçekliği  zorluyordu.

‘Bana ne söylemeye çalışıyorsun Şerif? Böyle üzerime, üzerime geleceksen, bu aralar birbirimizden uzak durmamız iyi olacak sanırım’, diyerek, hırsla uçtu gitti Güvercin.

İleri gittiğinin, güvercini çok kızdırdığının farkındaydı Şerif.

Olsun, diye düşündü.

Gerçekleri söylemişti.

Öğrenilen gerçekler, hiç öğrenilemez olamazdı.

Öğrenilen gerçekler, sonradan ortadan kaldırılamazdı.

Gerçek, zamanla kendine en uygun yolu bulurdu.

Gerçeğin sonsuz yüzü vardı.

Su gibiydi gerçek.

Çoğu zaman en beklenmedik, en olmadık yerde ve zamanda gün yüzüne çıkıverirdi.

Gün yüzüne çıktığında ise, herşeyi toz duman eder, kendi hükümranlığını kurardı.

Bu yüzden kendinden ne kadar kaçarsa kaçsın, Güvercinin sonsuza kadar kaçamayacağını, çok iyi biliyordu, Şerif.