Sus Fatma ve dinle, dedi annem
Bu adam, ağlayan çocukları alır.
SİZİ ALIRIIIM, diye bağırdı, yaşlı adam.
Korktum, sustum ve dinledim.
Yaşlı adam yüzüme bakarak,
SİZİ ALIRIIIIM, dedi.
Fatma Özok
Güvercinin canı sıkılıyor, ne yapacağını bilemiyordu.
‘Bütün suç havalarda’, diye düşündü.
‘Bir deli yaz sıcağı, hemen ardından kar soğuğu…
Bedenim ne yapsın’, diye söylendi.
Bir biçimde değişken havanın yarattığı çaresizliği, bedeni can sıkıntısı ve şaşkınlık olarak ortaya koyuyordu.
‘Şerifle konuşmalıyım’, diyerek onu bulmaya gitti.
Şerifin yüzü gülüyordu ve çok keyifli görünüyordu.
İki arkadaş, siyahla beyaz gibi, farklı iki ruh halindeydiler.
‘Neden bu kadar neşelisin Şerif?’.
‘Çevrene bakmıyor musun güvercin?
Her yer, sarı çiçekler ve farklı büyüklüklerde açmış papatyalarla dolu.
Ya içlerinde dimdik durmaya çalışan gelincikler… ‘.
‘Evet’, dedi güvercin.
‘Her taraf, kırmızı beyaza bürünmüş’.
‘Kıpkırmızı gelincikler, gerçekten gelin olmuşlar…’.
‘Onlara sadece bir bakış bile, yaz günlerinin tatlı sıcacık meltemini hatırlatıyor
ve içimizi sevinçle dolduruyor…
Yüzünün asıklığı gitti güvercin.
Gelinciklerden sana, senden dünyaya, kocaman bir gülümseme yayılıyor…’.
‘Gelinciklerin narinliğine vurulmamak, mümkün mü, Şerif?’.
‘Ya gelinciklerin dokunulamaz olmasına ne dersin?
Kopardığın an, kırmızı taç yaprakları, uçar, gider.
Gelincikleri, gözlerinle sevmelisin güvercin’.
‘O muhteşem narinliği ve güzelliği hoyrat ellerle koparınca, artık gelincik ne sana, ne de kendine yar olur’, dedi güvercin.
‘Anladım ben’, dedi Şerif.
‘Sen mağduriyet iklimine teslim olmuşsun.
Her güzelliği çirkin görmek ve mağduriyet kisvesi altında kendine acımak…’.
‘Ne diyorsun sen, Şerif?
Mağduriyet kisvesi altında kendine acımak ne demek?’.
‘ Ve ayrıca bakışların’, diye devam etti Şerif.
‘baktığın her şeyde kusur buluyor.
Ve bu sebeple, herşeye kusurlu bakıyorsun güvercin.
Her baktığını, neden çirkin ve kötü görmekte, bu kadar kararlı ve ısrarcısın?
Neden içinde daima, sana, her bakanın saldıracağını düşüncesini taşıyorsun?
Belki de bu yüzden her davranışı, kendi aleyhine zannediyor,
bu yüzden sürekli savunma ve saldırı halinde yaşıyorsun?’.
‘Geçen gün, aklın kimyasından bahsetmiştin’, dedi güvercin.
Güvercin işine gelmediği bir şey olursa, hemen konuyu değiştirirdi…
Şimdi de aynı şekilde, umutsuzca konuyu değiştirerek Şerif’ten kaçmaya çalışıyordu.
Hiç bozuntuya vermeden, güvercinin sorduğu yerden konuşmasına devam etti Şerif.
‘Aklın kimyası, korka korka adım atar, çok temkinlidir, sürekli savunmayı ve savunmak için saldırmayı seçer.
Senin gibi güvercin…
Bu yüzden de kolay kolay yıkılmaz.
Ama böyle yaşamak, korkak, yarım bir dünya da varolmaya çalışmaktır.
Yarım bir dünya da, akıldan güç alınsa da nasıl özgürce yaşanabilir?
Korkarak, hep korunaklı ve güvenli limanlar aranarak ve oralarda saklanarak yaşanamaz.
Yaşamın özü, dalgaların gidişine ayak uydurmaktır.
Sen yine de özgürlüğün peşinden koşmayı bırakma, güvercin’.
‘Geçen gün, ne yaparsak yapalım, farkı yaratan niyetimizdir, dememiş miydin Şerif?
Üstelik güneş, her sabah yeniden doğuyorsa,
yüreğimizdeki buz nasıl erimez’, diye yavaşça sordu Güvercin.
Son zamanlarda Şerif’le konuşmaya çok alışmıştı.
Özellikle birbirinden bağlantısız farklı sorular bulup, geçmişteki konuşmalara atıf yaparak, Şerif’i şaşkına çeviriyor ve bu yaptığına bayılıyordu.
‘Sabır nedir Şerif?’.
‘Geçen gün, bunu konuşmamış mıydık güvercin?’
‘Olsun, sen yine de anlat Şerif.
Benim sabır savaşım, hiç bitmiyor…’.
‘Sabır dikene bakıp, gülü görmek, geceye bakıp, gündüzü beklemektir’, diye tekrar etti Şerif. ‘Sabır ileri görüşlü olmaktır.
Sabır, senden yeni bir sen yaratmak,
zorluklara, acılara ve sancılara hazır olmaktır’.
‘Böyle bir şeye nasıl hazır olunabilir ki?’.
‘Her şey için zaman gerekir, sancı çekilmeden, doğum olmaz.
Yaşamını, sevginin yarattığı sabırla, sevgi değeriyle yaratmalısın Güvercin.
Yaşamın en büyük yakıtı, sevgidir’.
‘Emin misin?
Neden böyle söyledin Şerif?’.
‘Kelimelere fazla takılma, güvercin.
Yüreğin dili ile konuş…
Kelimelere, şakalara takılmak, ancak eksik akıl işidir’.
Ben de yüreğin dilini anlayamıyor, bilmiyorlarsa diye soracaktım Şerif.
Yüreğin dili ile konuşmuyorlarsa ne yapacağız?’.
‘O zaman susacaksın Güvercin.
O zaman, konuşacak bir şey yok ki zaten.
Kelimelere, şakalara takılanlar, ancak aklı ile işgörenlerdir.
Bu ise eksikli bir akıldır.
Sözcüklere takılanlar, kalpleri ile değil, akılları ile yaşayanlardır.
Sevgiyi unuttukları için, yürekleri anlamama kabukları ile kaplanmış ve taşa dönüşmüşlerdir. Onlara dikkat et, Güvercin.
Ve onlardan sakın’.
‘Nedendir bilinmez.
Yine akıl sahipleri ile uğraşıyorsun, farkında mısın Şerif?
Oysa gerçekte yaşamın özü, sevgidir.
Ve sevgi, değer veren ve değer bilenler için, gerçek bir özgürlüktür’, dedi Güvercin.
‘Böyle diyerek, şaka mı yapmaya çalışıyorsun güvercin?’.
‘Gülmeden, şaka yapmadan yaşanır mı Şerif?
Sorun, şakanın şaka olduğunu anlamayanlarda,
şakayı ciddiye alanlardadır.
Ciddiye alacaksan, ne diye şakaya gülersin?
Ciddiye alınıyorsa şaka, şaka değildir ki zaten’.
Deein bir nefea aldı, Şerif.
‘Hadi Güvercin, gökyüzüne doğru kanat çırp biraz.
Yaşamın, yüreğin kadar güzel olsun…