Birçoğumuz bu kavramın altında ezilirken ya da ikilemde kalarak vicdan azabı çekiyor olabiliriz. Peki, kendimize öncelik vermenin bizi neden rahatsız ettiğini hiç düşündük mü?

Her bireyin geldiği aile dinamikleri ve bu dinamiklerin kendi iç dünyasında oluşturduğu bir yaşam tarzı ile kültürel yapı vardır. Dünyaya geldiğimizde hiçbir şey bilmeyen ve her şeyi keşfetmeye açık bir çocuk olarak, hayatı deneyimlerken güvendiğimiz ve bizlere rol model olabilecek bireyleri seçeriz. Genellikle bu kişiler ebeveynlerimiz olur.

Eğer doğduğumuz evde ebeveynlerden biri ya da her ikisi, kendi benliğinden ve ihtiyaçlarından daha çok dış dünyaya öncelik veriyor ve kendine sunması gereken önceliği geri planda tutuyorsa, biz de bu yaklaşımı kabul eder, normalleştirir ve kendi hayat çizelgemizi buna göre kurmaya çalışırız. Çünkü öğrendiğimiz ve gördüğümüz yaşam felsefesi budur. Ancak kimse bize bu yaşam biçiminin aslında zararlı bir tutum olduğunu söylememiştir. Burada zehirlediğimiz tek kişi kendimiziz; bir başkası değil.

İnsanlara yardım etmek, herkesin parmakla gösterdiği kişi olmak ya da bir sıkıntı anında ilk akla gelen kişi olmak bize mutluluk verebilir. Kendimizi önemli, değerli ve sevilen biri gibi hissedebiliriz. Ancak gözden kaçırdığımız bir gerçek vardır: İnsan, doğası gereği verdiği kadar almak da ister. "Alma" kısmını göremediğimizde ise zamanla kendimizi değersiz hisseder, içimizde biriken öfke ve kırgınlıkla yüzleşiriz. Başlarda neden kızgın olduğumuzu anlayamayabiliriz. Zamanla, karşımızdaki kişinin bize sunduğumuz desteğin karşılığını vermediğini fark ettiğimizde ise önce kendimizi suçlar, ardından da bu kişiye kırgınlıklarımızı anlatmaya çalışsak bile anlaşılmadığımızı hissederek ilişkileri bitirme noktasına geliriz. Buradaki "ilişki" kavramını sadece romantik ilişkilerle sınırlı düşünmemek gerekir. Ailemizle ya da arkadaşlarımızla olan ilişkilerimiz de bu kapsama girer.

Her şeyden önce, kendinize bir insan olduğunuzu hatırlatmalısınız. Başkalarını hayatınızdan çıkarmak belki kolaydır ama kendi benliğinizi, yaşamınızı ve kendinizle olan ilişkinizi hayatınızdan çıkarmak ne kadar kolay olabilir? Kendiyle sağlıklı bir iletişimi olmayan birinin, başkalarıyla sağlıklı bir iletişim kurması mümkün değildir. Karşımızdaki insanları sevebilir, onlara yardımcı olabiliriz. Ancak onların hatalarını affederken ya da normalleştirirken kendimize karşı bakış açımızı ve hayat tutumumuzu nasıl değerlendiriyoruz? İnsan, ektiğini biçmek ister. Bu doğaldır. Peki, kendimize bir şeyler ekmek istediğimizde neden suçlu ya da bencil hissediyoruz?

Kimi zaman kendinizi şu cümleleri kurarken bulabilirsiniz: “Ben onun için saçımı süpürge ettim.” ya da “Her şeyimi feda ettim.” Bu sözleri söylerken fark etmediğimiz önemli bir şey vardır: Yardım etmenin dozunu kaçırmış olabiliriz. Hayatımızda iletişim kurduğumuz kişilere az ya da çok fedakarlık göstermiş olabiliriz. Ancak bilinçli ve kendine değer veren bir insan, önceliğini kendisi ve hayatına vereceği için hangi noktada ne kadar fedakarlık yapabileceğini iyi bilir. Bu fedakarlık bazen bir gece uykusu kadar küçük, bazen de bir iş değişikliği kadar büyük olabilir.

Farkındalığınız arttığında ve değişmek istediğinizde, yatırımınızı kendinize yönelttiğinizde çevrenizden tepkiler alabilirsiniz. Ancak sınırlar tam da bu yüzden önemlidir. Kendinize koyduğunuz sağlıklı sınırlar sizi koruyacaktır. Kendini düşünmek bencillik değildir. Asıl bencillik, başkalarına yardım ederken kendinizi yok saymak, değersizleştirmektir.

Unutmayın, çevremizdeki insanlara karşı bir tür aynalama yaparız. Bu da demektir ki, olumsuz yansımaların kaynağı aslında iç dünyamızda gizlidir. Sonuçta kendimizi suçlu hissederken bulmamızın sebebi de bu olabilir.