Hayatımız boyunca başkalarına sunduğumuz sevgiyi, anlayışı ve şefkati kendimize göstermekte neden bu kadar zorlanıyoruz? Başkalarına karşı cömertçe sergilediğimiz merhameti, hoşgörüyü ve sabrı kendimize sunmaktan neden çekiniyoruz? Kendimizi sevme ve kabullenme sürecinde, çoğu zaman farkında olmadan kendi benliğimizi yok sayabiliyor ya da nihayet kendi ihtiyaçlarımıza yönelmeye karar verdiğimizde bu durumu bencillik olarak değerlendirebiliyoruz.
Aslında, kendimizi sevmek ve kabullenmek, sağlıklı bir birey olmanın temel taşlarından biridir. Ancak toplumun bize dayattığı “önce başkalarını düşünmelisin” anlayışı, çoğu zaman kendi benliğimizi geri plana itmemize neden olabilir. Başkalarının ihtiyaçlarını önceleyip kendi istek ve duygularımızı göz ardı ettiğimizde, zamanla kendi benliğimizle bağımız zayıflayabilir ve içsel çatışmalar yaşamaya başlayabiliriz. İşte tam da bu noktada, kendimize karşı merhametli ve şefkatli olmayı öğrenmek büyük bir önem taşır.Son yıllarda sıkça duyulan bir kavram olan self-gaslighting, yani “kendini duygusal olarak manipüle etme”, kişinin kendi düşüncelerini, duygularını ve deneyimlerini sorgulaması, hatta geçersiz kılması anlamına gelir. Kendi iç sesimizi susturup duygularımızın doğruluğundan şüphe ettiğimizde, zamanla kendimize yabancılaşabilir ve içsel huzurumuzu kaybetme noktasına gelebiliriz. Örneğin, birine öfkelendiğimizde “Bu kadar sinirlenmemeliyim, abartıyorum.” ya da üzgün hissettiğimizde “Bunda üzülecek ne var ki, saçmalıyorum.” gibi düşünceler aklımızdan geçebilir. Halbuki duygularımız, biz onları bastırmaya çalışsak da var olmaya devam eder.
Self-gaslighting çoğu zaman dışsal etkenlerden beslenir. Çocukluk dönemimizde ebeveynlerimizden, öğretmenlerimizden ya da çevremizdeki otorite figürlerinden gördüğümüz tutumlar, yetişkinlikte kendi kendimize yönelttiğimiz eleştirilerin temelini oluşturabilir. Eğer bir çocuk, duygularını ifade ettiğinde sürekli “Abartıyorsun.”, “Bunda üzülecek ne var?”, “Senin hissettiğin doğru değil.” gibi tepkiler alıyorsa, zamanla kendi hislerine güvenmeyi bırakabilir. Kendini suçlu hissettiği veya eleştirildiği durumlarda, kendi iç sesini sorgulamak bir alışkanlık haline gelebilir. Bu da yetişkinlikte bireyin sürekli olarak kendi duygularından ve düşüncelerinden şüphe etmesine, hatta kendi deneyimlerini geçersiz saymasına yol açabilir.Bu süreç, aynı zamanda güçlü duygusal tetikleyicileri de beraberinde getirir. Örneğin, bazı durumlarda nedenini tam olarak anlayamadığımız şekilde sert tepkiler verebiliriz. Bunun sebebi, geçmişte yaşadığımız ve bilinçaltımıza kazınan olayların bugünkü tepkilerimizi şekillendirmesidir. Ancak en önemli nokta, insan olduğumuzu ve hiçbir duygunun bizleri kötü ya da bencil yapmadığını fark etmektir. Öfke, üzüntü, hayal kırıklığı gibi duygular da tıpkı sevinç ve mutluluk gibi doğaldır. Önemli olan, duygularımızı bastırmak veya inkâr etmek değil, onları anlamak ve sağlıklı bir şekilde yönetebilmektir.
İşte tam da bu noktada, öz şefkat kavramı devreye girer. Öz şefkat, kendimizi acımasızca eleştirmek yerine, tıpkı bir dostumuza göstereceğimiz anlayış ve merhameti kendimize de sunmaktır. Bir hata yaptığımızda kendimizi ağır şekilde yargılamak yerine, o hatadan ders çıkarmaya ve kendimize nazik davranmaya odaklanmak, psikolojik iyi oluşumuz için oldukça önemlidir. Öz şefkat geliştirmek, kendimize karşı daha anlayışlı olmayı, eksikliklerimizle barışmayı ve mükemmel olmak zorunda olmadığımızı kabul etmeyi içerir.
Peki, öz şefkati nasıl geliştirebiliriz? İlk adım, iç konuşmalarımıza dikkat etmektir. Kendimize nasıl konuşuyoruz? Başkalarına söylediğimiz nazik ve destekleyici sözleri kendimize de söyleyebiliyor muyuz? Örneğin, bir arkadaşımız başarısız hissettiğinde ona “Sen elinden geleni yaptın, her zaman başarılı olmak zorunda değilsin.” diyebiliriz. Peki ya kendimiz başarısız hissettiğimizde aynı cümleyi kendimize söyleyebiliyor muyuz, yoksa hemen kendimizi acımasızca eleştirmeye mi başlıyoruz?
İkinci adım, duygularımıza alan tanımaktır. Kendimize şu soruyu sorabiliriz: “Şu an ne hissediyorum ve neden böyle hissediyorum?” Hissettiğimiz her duygu geçerlidir ve bizim iç dünyamızla ilgili önemli ipuçları taşır. Duygularımızı bastırmak yerine, onları anlamaya ve kabul etmeye çalışmak, içsel huzurumuzu artırır.Son olarak, kusurlarımızla barışmayı öğrenmeliyiz. Hepimiz zaman zaman hata yapar, zorlanır ve kendimizi yetersiz hissederiz. Önemli olan, bu anlarda kendimize karşı nazik olmayı ve gelişime açık bir bakış açısı benimsemeyi öğrenmektir. Kendimize sunduğumuz şefkat arttıkça, başkalarına sunduğumuz sevgi de daha anlamlı ve içten olacaktır.
Unutmayalım ki, kendimizi sevmek ve kabullenmek bencillik değil, sağlıklı bir benlik algısının temelidir. Kendimize değer verdiğimizde, başkalarıyla olan ilişkilerimiz de daha sağlıklı ve dengeli hale gelir. Kendimizi sevmek, başkalarına olan sevgimizi eksiltmez; aksine, onu güçlendirir. İç dünyamızla barıştığımızda, hayatın sunduğu güzellikleri daha derin bir farkındalıkla deneyimleyebiliriz.