Gül kendini güzelleştirirse
Bahçe de güzelleşmez mi Güvercin?
Karşılıklı selamlaşmalar ve hatır sormalar bitmiş,
konu yarenliğe gelmişti…
Güvercinle Şerif, çok iyi anlaşırlardı.
‘Geçen gün akıldan vazgeçmek gerek, dedin güvercin.
Akılsız nasıl yaşabilir?’.
‘Temelli olarak akıldan vazgeçmek mümkün mü, Şerif?
Ben sadece aklın peşinden gitmek, yetmez demek istemiştim.
Çünkü akıl tek başına, kısır ve çorak bir dünya da varolur.
Geçmişin izini kovalarken, geleceği yok eder’.
‘Çok iddialı bir laf ettin, güvercin.
O kadar uzun boylu mu?’.
‘Sen aklı, hafife mi alıyorsun güvercin?
Önce kalbinin sesini dinlemeli değil misin?
sonra da, yaşamın sana anlattıklarını…
Sevdiklerinin seslerini…
arkadaşlarının seslerini…
evrenin seslerini…
Ve de zamanın sesini…’.
‘Ne yani Şerif?
Hiyerarşik bir sıra mı var yoksa?’.
‘Neden olmasın? Sen nasıl kabul edersen…’.
‘En öndekini söyler misin, Şerif’.
‘Öyle gözünün önünde ki,
nasıl görmezsin güvercin?’.
‘Şerif’, diye sesini yükseltti güvercin.
‘Aman’, diye söylendi Şerif.
‘Sana da şaka yapmaya hiç gelmiyor…
İlk önce kalbinin, ne söylediğini dinlemelisin, güvercin.
Ve sonra da yaşamın bize ne söylediğini…
Yaşamı dinleyerek, ne duyduğuna iyice bak Güvercin’.
Kalbimin sesini mi yoksa yaşamın sesini dinleyeceğim?
‘Ben olsam, ilk önce kalbimin sesini dinlerdim, Şerif?’.
‘Ya aklımın sesi?’.
Yine gülmeye başladı Şerif.
‘Güvercin’, dedi sonra da.
‘Neyi duymak istersen, sadece onu duyarsın’.
‘Aklın sesi de, yürek kadar önemli değil mi, Şerif?’.
‘İlk önce, kendimizi dinlemek zorunda değil miyiz, güvercin?’.
‘Neye odaklandığın,
kendini nerede konumlandırdığın
ve yaşamdan ne dilediğinin,
hepsi, bize, bizi anlatır.
Yaşamımızdaki herşey,
özünde yaşamdan içimize aldıklarımızın,
içimizdeki yansımalarıdır.
Belki de tek gerçeklik, yaşamın akışını dinlemektir güvercin’.
‘Belki de tek sorun, yaşama hangi gözle baktığına bağlıdır, Şerif.
Zira gözlemcinin bakışı, sonucu değiştirir’.
‘Yaşama, duygularınla bak.
Onları kabul ederek, yaşama katılmaya çalış güvercin…
Yaşama duygularımızla bakmak,
dış dünyaya mahkum olmak anlamına gelmez mi, Şerif?
Dış dünyaya mahkum olmak, öfke ve can sıkıntısına teslim olmak değil midir?
Öfkelenir, sinirlenir, gücenir ve küsersek, etrafımıza bir duvar örerek iletişimi kesmez miyiz?’.
‘Öfkelenmek, iletişimi kesmenin tek yolu mudur, güvercin?’
‘Öfkelenmek ve can sıkıntısı yanında çekingenlik, batıl inançlar, önyargılar, kibir, hırs, merak, mevkii, cinsiyet ve ırk gibi özelliklere göre ayırım yapmakta, iletişimi kesen ve bu nedenle mücadele edilmesi gereken özelliklerdir’.
‘Peki, bunlara karşı ne öneriyorsun güvercin?’.
‘Önerebileceğim tek şey, adalettir Şerif.
Adil olmak, şefkat, kibarlık ve sabır,
Gerçeğin yolunda önümüze çıkan tüm engelleri kaldırır’.
‘Alçakgönüllülük ve tevazu, diyorsun Güvercin’.
‘Aslında ne dediğimi, ben de bilmiyorum Şerif.
Sözcüklerin gücüne güveniyor
ve sözcüklerin önünde sürüklenip gidiyorum’.
‘Sakın kaçmaya çalışma güvercin.
Dış dünya ve duygular, dedin biraz önce’.
Yakalandım, diye düşündü güvercin. Kendi etmiş, kendi bulmuştu.
Bir kere Şerifin merakını uyandırmıştı.
Sorumluluk almalı, söze devam etmeliydi.
‘Duyguların ötesine geçtiğimizde,
Elimizde sadece düşünmek, hissetmek ve istemek kalıyor.
İstemek deyince, doğrudan irade devreye girer Şerif’.
‘Bunlara ne olur?’.
‘Düşünme, duyma ve irade organları bireyselleşince,
Özgürlük ortaya çıkar Şerif’.
‘Hangi bağlamda özgürlük güvercin?’.
‘Özgürlük işte Şerif.
Özgürlüğün bağlamı mı olurmuş?
Bağlamı bilemem ama bildiğim tek şey,
Yeryüzündeki her şeyin, bunlar üzerine inşa edildiğidir’.
‘Bana ne anlatmak istiyorsun güvercin?’.
‘Sözcüklerin büyüsü Şerif,
Sözcüklerin büyüsü…
Başka ne olabilir ki?’.