Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğal gaz rezervleri bölge içerisinde her devlete aynı fırsatları sunmamıştır. Keşfedilen kaynakların açık denizlerde olması nedeniyle Türkiye, KKTC ve Lübnan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve MEB olarak belirlenen parsellerde diğer bölge devletleri ile anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Karşılıklı MEB ilanları ve deniz yetki sınırlandırmaları tüm tarafların onayını içermediği ve oydaşma yolu ile belirlenmediği için rezervlerin yer aldığı açık deniz sahalarında ihtilaflı alanlar oluşmuştur.
Rezervlerin paylaşılması doğrultusunda Doğu Akdeniz’de ortaya çıkandeniz yetki sahalarının sınırlandırması sorunu, bölgenin çözüme kavuşmamış kronik sorunlarının da yeniden ortaya çıkmasına neden olmuştur. Başta Kıbrıs sorunu olmak üzere Türkiye ve Yunanistan arasında uzun yıllardır devam eden Ege karasularının sınırlandırılması ve adalar sorunları da yeniden uluslararası kamuoyuna taşınmış, enerj ikaynaklarının paylaşımı üzerine yaşanan anlamazlıklar siyasi gerilimleri beraberinde getirmiştir.
Bölgede kefedilen doğal gaz rezervlerinden henüz fayda sağlayamamış diğer bir devletise Lübnan’dır. İsrail ve Lübnan arasında uzun yıllardır devam eden siyasi ve askeri gerilimlere, Levant havzasında bulunan hidrokarbon rezervlerinin paylaşımı sorunu da eklenmiş, taraflar kıta sahanlığında yer alan bölgeler üzerinde egemenlik iddia edilmesinin savaş ilanı anlamına geldiğini belirtmiştir. Türkiye’de benzer bir tutum sergileyerek uluslararası hukuktan doğan haklarını saklı tuttuğunu belirtmiş, Türkiye ve KKTC’nin bölgedeki meşru hakları doğrultusunda GKRY’nin verdiği ruhsat sahalarının hükümsüz olduğunu ve hakları için gerekli tüm siyasi ve diplomatik girişimlerde bulunacağını uluslararası kamuoyuna açıklamıştır.
Uluslararası kamuoyunda aradığı desteği bulamayan Türkiye ise çözümü KKTC ile kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması imzalayarak, Kıbrıs adasının kuzey ve güney deniz sahalarının sondaj keşfi için TPAO’ya arama ruhsatı vermiştir. Belirlenen bu alanlardan altı tanesi ise GKRY’nin belirlediği parseller ile çakışmakta olsa da Türkiye kendisinin ve KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan tüm meşru hak ve çıkarlarının diplomatik, siyasi ve gerekirse askeri yollardan korunacağını belirtmiştir.
Öncelikli olarak kaynakların bir kısmının kanıtlanmamış değerler üzerinden ele alınması, sonrasında ise bu rezervlerin açık denizlerde ve derinde olması yüksek sondaj maliyetleri oluşturmakta bu durum da gazın potansiyel satış fiyatını yükselterek diğer doğal gaz tedarikçileri karşısında rekabet şansını düşürmektedir.
Rezervlerin kanıtlanmamış rakamlar üzerinden projelendirilmesi ve bölge devletleri arasında oluşan siyasi gerilim uluslararası petrol ve gaz şirketlerine bu kaynakların ticarileştirilmesinde önemli bir avantaj sağlarken, bölge devletlerini de dezavantajlı bir pozisyona düşürmektedir. Rezervlerin ticarileştirilmesindeki diğer bir handikap ise kaynakların bu devletler üzerinden hangi yollar ile hedef pazarlara taşınacağı konusudur.
Konu hakkında daha önce yapılan araştırmalar da kaynakların hedef pazarlara gazın LNG formatına getirilerek deniz yoluyla veya denizaltında inşa edilecek bir boru hattı ile taşınması fikridir. Doğu Akdeniz gazının boru hattı ile Avrupa’ya sevkini hedefleyen East Med projesinin 8 milyar avroluk (Euro) tahmini maliyeti ve deniz altı boru hattı inşasının zorlukları göz önüne alındığında uygulanabilir bir proje olmadığı ortadadır.
Diğer bir seçenek ise Leviathan ve Afrodit sahalarındaki gazın Mısır’daki LNG tesislerinde işlendikten sonra sıvı gaz olarak gemilerle hedef pazarlara taşınmasıdır. Mısır’ın enerji alt yapısı ve sürecin olası maliyetleri ele alındığında bu opsiyonun da kaynakların hızlıca ticarileştirilmesi için realist bir senaryo olmadığı görülmektedir.
Bu gerçekler bölgede keşfedilen kaynakların boru hattı projeleriyle deniz altından taşınması durumunda Türkiye’nin onayını almadan bir geçiş imkânı bulunmadığını açıkça göstermektedir. Türkiye, TANAP ve Türk Akım gibi önemli boru hatlarıyla birlikte sahip olduğu LNG terminalleri ve depolarıyla da bölgenin hedeflediği gaz ticaretinde bu transferi kolaylıkla sağlayabilecek, petrol ve gaz ticaret merkezi olmaya aday tek ülkesidir.
Mevcut doğal gaz boru hatlarıyla ve enerji alt yapısıyla Doğu Akdeniz’deki kaynakların Avrupa piyasalarına ulaştırılması için en uygun ülke olan Türkiye’nin olmadığı DAGF gibi bölgesel bir enerji ittifakının başarılı olma şansı da yoktur. DAGF’ye dahil edilmeyen, Yunanistan ve Rum Yönetimi’nin Türk kıta sahanlığını ihlal etmesine karşın verdiği notalarla uluslararası arenada istediği etkiyi yaratamayan Türkiye bu süreçte bölge içerisinde yalnızlaştırılmıştır. Hali hazırda komplike ve siyasi gerilimlerin yoğun olduğu bu bölgede Türkiye’nin yalnızlaştırılması bölgenin güvenliğive bekası için olumlu sonuçlar doğurmayacaktır.
Diplomatik ve siyasi adımların yetersiz kaldığı durumlarda devletler kendi bekalarına tehdit algılayarak, daha saldırgan bir tutumu tercih edebilirler. Bu nedenle bölgenin en önemli siyasi, askeri ve ekonomik güçlerinden Türkiye’nin uluslararası egemenlik haklarını çiğneyen deniz yetki alanlarının sınırlandırma anlaşmalarıyla çıkarlarının ve bekasının tehdit edilmesi, bu aktörü ofansif realist bir tutum içine sokabilir.
Devletin bekası ve çıkarlarının korunması doğrultusunda mutlak kazanç mantığı ile hareket edecek bir Türkiye de bölgenin güvenlik yapısına önemli bir risk oluşturabilir. Bölge içerisinde fosil YAKITLAR merkezi oluşturacak bir alt yapı, siyasi ve hukuki sistem bulunmaması, yeni boru hattı inşa etmenin zaman ve maliyet olarak zahmetli olması, LNG tesislerinin yetersizliği ve bölge devletleri arasındaki istikrarsız yapı ele alındığında ortaya tek bir bulgu çıkmaktadır: bölge devletleri arasında karşılıklı anlaşma sağlanmazsa, bu kaynakların kullanımı, ticarileştirilmesi ve devletlere fayda sağlaması mümkün değildir.
Rum Yönetimi’nin Kıbrıs’ın tek sahibi gibi hareket etmesi, KKTC ve Türkiye’ye ait kıta sahanlığında yetki iddia etmesi ve MEB ilan etmesinin oluşturduğu siyasi gerilim düşünüldüğünde bu sorunların çözüme kavuşturulmadan enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve ticarileştirilmesi mümkün olmayacaktır.
Bölgede bu döneme kadar tamamlanan sondaj çalışmaları bu kaynakların küresel ölçekte bir hacime sahip olmadığını ve bu gazın Rusya gibi önemli gaz üreticilersi ile yarışma şansı bulunmadığını göstermektedir.
Bu nedenle Doğu Akdeniz’den çıkarılan ve ileriki dönemlerde keşfedilecek yeni kuyulardan çıkarılacak gazın ilk başta bölge devletlerinin kendi enerji ihtiyaçlarını karşılaması sonrasında ise komşu bölge devletleri arasında ticari bir unsur olması mümkündür. Bu kaynakların kendilerine sunduğu ekonomik ve siyasi fırsatları değerlendiren bölge devletleri, bölge içerisinde başlaması muhtemel enerji ticaretiyle oluşacak karşılıklı bağımlılığın Doğu Akdeniz Bölgesel Güvenlik Kompleksi’nin güvenliğine ve istikrarına pozitif bir katkı sağlama imkânı olduğunu da unutmamak gerekir. Bölge devletleri sadece ulusal değil bölgenin kalkınması için de tarihsel sorunları çözüme kavuşturmalı, ortak çıkarlar için bir araya gelerek mutlak bir kazanç modeli oluşturmalıdır.
Doğu Akdeniz PETROL VE GAZ denkleminin göreli kazanç mantığı ile ele alınması bölgesel güvenliğe tehdit oluşturarak, bölge aktörlerinin de kaynaklar üzerinden sağlayacakları ekonomik ve siyasi kazançları kaybetmesine yol açmaktadır. İşte bu nedenle her geçen gün bölge aktörlerinin ortak bir paydada buluşmasının gereği daha fazla artmaktadır. Çünkü gaz kaynaklarının geliştirilmediği ve yer altında kaldığı her gün kaynakların değerini düşürürken, ileriki dönemlerde de hayata geçmesini zorlaştırmaktadır.
Doğal gaz piyasalarının rekabetçi fiyat politikası düşünüldüğünde bölgenin refahı için tüm aktörlerin ortak anlayış ile bir araya gelerek konsensüs oluşturması şarttır. Doğu Akdeniz bölgesel kompleksinin dinamik yapısı ve jeopolitik belirsizliklerin doğalgaz fiyatları üzerinde oluşturduğu etki göz önüne alındığında bu sorun üzerine çalışan araştırmacıların konuyu jeopolitik, güvenlik ve enerji olarak üç boyutlu ele almasını tavsiye ederim. 2020 yılındaki pandemi krizinin uluslararası sisteme, devletlere ve küresel ekonomilere olan etkisi göz önüne alındığında uluslararası ilişkiler alanında birçok dengenin değişmesi beklenmektedir.
Kovid-19 salgınından sonra dünyanın eskisi gibi olmayacağı fikri doğrultusunda Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri üzerindeki rekabetin de bölge devletlerinin ve küresel aktörlerin öncelikleri doğrultusunda boyut değiştirmesi olasıdır. Pandemi sonrası yeni düzende AB, ABD ve Çin gibi küresel aktörlerin sahip olacakları konum, uluslararası enerji piyasalarının arz ve talep dengesiyle birlikte bölgesel güvenliğin hangi konular etrafında şekilleneceğini belirleyecektir.