Üşümüş bir ruh
peşinde ateşin.
Neşe Yaşın
‘Üşüyorum Şerif’, diye sızlandı güvercin.
Çok üşüyordu.
Zaten güvercinler, kış mevsimini hiç sevmezlerdi…
Yaşlı ve zayıf güvercinlerin yaşama şansları pek olamazdı, sert kış koşullarında.
Açlıktan, soğuktan ve hastalıktan kırılırlardı.
Aynı şekilde küçük güvercinler de açlığa, soğuk havaya dayanamaz, telef olurlardı.
Gündüzleri donuyordu, güvercin.
Kalbi çok üşüyordu. Diğer güvercinleri düşünüp, üzüldüğünden miydi, yoksa kıştan ve soğuktan mıydı, bilmiyordu. Belki de karlarla kaplı dağların üzerinden uçarken, gördüklerindendi…
Bilemiyordu ama çok üşüyordu.
Sıcaklığa ihtiyacım var, diye düşündü.
Güneşi çok özlüyordu güvercin.
Özlemek, diye düşündü bir an Güvercin,
Özlemek, hasreti demlendirirdi.
Gündüzleri çektiği güneş özlemine rağmen, güvercinin gece rüyaları çok renkli, neşeli ve güneşliydi.
Arkadaşlarıyla güneşin altında saatlerce keyifle uçuyorlardı.
Neşeyle uçarak, eğlenirken, çok keyifli zamanlar geçiriyorlardı.
Güvercin’in rüyaları, geceleri sıcacıktı…
Yaşadığı soğuktan, soğuk anlardan ve kış mevsiminden nefret ediyordu, güvercin.
Bir zamanlar, anda yaşardı Güvercin.
Anda kalmayı, anda yaşamayı, ne çok severdi.
Rüyalarında, farkında olmadan, zamanın herhangi bir anına, herhangi bir andaki kendi gerçekliğine kaçıverme alışkanlığı vardı güvercinin.
Kendi gerçekliğine kaçıvermeyi, alışkanlık haline getirmişti.
Güvercin’in kendi gerçekliği, rüya ile gerçek arasında bir yerdeydi.
Kimselere belli etmese de zaman zaman bunlardan hangisinde yaşadığını, kendi bile şaşırırdı.
Ne var ki şimdi, kaçtığı bütün gerçekliklerde ve gerçeklik anlarında, kış mevsiminin çetin şartlarından, açlık ve soğuktan telef olan zayıf ve hasta güvercinler vardı.
Bu durum, onun gittikçe daha çok paniklemesine ve üşümesine yol açıyordu.
Kışın tam ortasındaydılar. Her yer kardı. Her taraf, rüya gibi bembeyaz ve tertemiz bir örtü ile kaplamıştı.
Hava buz gibi ayaza çekmişti. İçi de buz gibi olmasına rağmen, Güvercin dayanamamış uçmaya başlamıştı.
Gökyüzüne doğru yol alıyor, kanat çırparken, yeryüzündeki beyaz tabloyu seyrediyordu.
Güvercin, ne kadar güzel görünüyor, diye düşündü.
Ama her güzel şey gibi, bu görüntü de, zehirli ve çok sertti.
‘Pamuk bir yorgan gibi yumuşacık olan kar, ne kadar sert olabilir ki’, diye sordu Şerif.
‘Kar, buz tutunca, taş gibi oluyor’, dedi Güvercin.
‘Gerçekler bazen çok acımasız ve sert olabiliyor. Bu yumuşak kar örtüsü, ne kadar çok can alıyor biliyor musun, Şerif?’.
‘Can yakıcılığı ve zehiri nereden geliyor, güvercin?’.
‘Dokunduğu her şeyi taşa çeviriyor, bundan ala zehir mi olur, Şerif?’.
‘Sen böyle diyorsan…’.
‘Sana göre, hava hoş Şerif’, dedi Güvercin.
‘Karın buzun, sana hükmü geçmez, tam tersine sen onları eritir, yumuşatır, suya dönüştürürsün’.
‘Güvercin, seni de rahatlatır, ısıtır ve bir güzel uyutarak dinlenmeni sağlayabilirim.
Önemli olan, senin uyumak isteyip istememen ya da uyumaya hazır olup olmamandır.
Bazen uyumak ya da uyumak istemek de, bir tür kaçış olabilir.
Çoğu zamanda gerçeklerden kaçarsın, gerçeğe dayanamadığından kaçarsın.
Bazen de, gerçeğe bakmak istemediğinden kaçarsın ya da gerçeği çirkin zannettiğinden kaçarsın.
Sonuçta öyle ya da böyle hepsi, bir tür kendinden kaçıştır’.
‘Bilmece gibi konuşmaya başladın, Şerif.
Mahsus mu yapıyorsun, aklımı dağıtmaya mı çalışıyorsun?’.
‘İşe yarıyor mu bari’, diyerek güldü Şerif.
‘Hem gördüğün gerçeği, çirkin zannetmek de, ne demek?’.
‘Eğer bakışın kirli ise, bu yüzden gördüğün gerçekte sana kirli görünür Güvercin.
Kendini olduğu gibi görmek göstermek için, gerçek, çoğu zaman saf bir kalp ve tarafsız bir akıl ister’.
Güvercin derin bir nefes aldı.
‘Zaten çok üşüyorum, Şerif.
Seninle akıl yarıştıracak gücüm yok.
Sıcaklık demlemeli, üşüyenlere dağıtma zamanı değil mi bugün…’.